Bu Blogda Ara

23 Şubat 2011 Çarşamba

Kaynakça Özellikleri

METİN YAZIM BİÇİMLERİKaynakça Yazımı Özellikleri
- Kaynaklar, yazar soyadına göre alfabetik olarak sıralanır.
- Eserin tam adına sadık kalınmalı, herhangi bir değişiklik ya da düzenlemeye gidilmemelidir.
- Kitaplarla ilgili olarak kaynakçada şu bilgiler mutlaka verilmelidir:
Yazarın (ya da yazarların) soyadı ve adı
Eserin adı
Eserin çevirmeni (Varsa)
Eserin hazırlayanı, editörü (Belirli bir yazar tarafından kaleme alınmamışsa)
Basıldığı yer (Kent adı)
Basıldığı yıl
Kaçıncı baskı olduğu (Gerekliyse)
ISBN(International Standart Book Number) (Gerekliyse)
- Makalelerle ilgili olarak şu bilgiler kaynakçada mutlaka verilmelidir:
Makalenin yazarının (ya da yazarlarının) soyadı ve adı
Makalenin adı
Çevireni (Varsa)
Makale bir dergide yayınlanmışsa:
Makalenin yayınlandığı derginin adı, cildi, sayısı, tarihi
Makalenin dergide yer aldığı sayfa aralığı
ISSN (International Standart Serial Number) (Gerekliyse)
Makale bir kitapta yayınlanmışsa:
Kitabın yazarının, hazırlayanının soyadı ve adı
Kitabın adı
Kitabın basım yeri
Kitabın basım yılı
Kitabın basımevi
Makalenin kitapta yer aldığı sayfa aralığı
- Konuşmalarla ilgili olarak şu bilgiler kaynakçada mutlaka verilmelidir:
Konuşmacının soyadı ve adı
Konuşmanın başlığı
Konuşmanın yapıldığı yer ve tarih
Konuşmayı düzenleyen kurum ya da kuruluş

Bilge Kagan'ın Hazinesi Nasıl Taşındı? -Saadettin Gömeç

1889 yılında, Yadrintsev tarafından bulunduğu günden beri dünya ilim aleminin üzerinde en çok durduğu tarihi kaynakların başında hiç şüphesiz Türklere  ait  olan  Orkun  Yazıtları  gelmektedir.  Dünyada  bir  eşine  daha rastlanmayan bu iki belli başlı yazıt, Bilge Kagan ile kardeşi Köl Tigin’in hatırasına diktirilmiştir. Bunlardan ayrı olarak bir de Tunyukuk Yazıtları vardır
ki, Orkun Yazıtlarından yaklaşık 400 km daha güney-doğuda yer almaktadır. Bilge ve Köl Tigin Abideleri Moğolistan’ın Arhangay eyaletine bağlı Haşat ilçesinin Koşo-Çaydam bölgesindedir. Koşo-Çaydam Gölü fazla büyük olmayan bir su birikintisidir ve yazıtların doğusunda yer alırken, bu Türk abidelerine ismini veren Orkun nehri de eserlerin batısındadır. Ancak burada Orkun’un ana kolu değil, ona karışan bir parçası yer almaktadır. Köl Tigin Yazıtı ile Bilge Kagan Yazıtının arası yaklaşık 1 km kadardır.

Türkiye  Cumhuriyeti’nin    1995  yılında  imzaladığı  anlaşmayı  hesabakatarsak  altı  senedir  bölgede  bir  dizi  inceleme  ve  araştırmalarda bulunulmaktadır. 2000 yılından itibaren de sistemli kazılara başlanmış, ancak en verimli dönem olarak şimdiye kadar 2001 yılı çalışma dilimi görülmüştür. 2001 senesi Moğolistan’daki Türk Anıtları Projesi programı çerçevesinde Nalayh’taki Tunyukuk Yazıtları da dahil olmak üzere Orkun’da harita ve jeofizik çalışmaları tamamlanmış,  eserlerin  restorasyonu  işinde  büyük  mesafeler  katedilmiştir. Herşeyden önce, en az 100 yıldır üç parça ve toprak üzerinde yok olmaya bırakılmış olan Bilge Kagan Yazıtı yeniden birleştirilerek, Orkun Yazıtlarının olduğu yerde bulunan ve müzeye dönüştürülmeye çalışılan binanın içerisine dikilmiş durumdadır.

Dönem itibarıyla 2001’de Bilge Kagan külliyesinin kazı faaliyetlerinin % 50’si bitirilmiş haldedir. Bu kazıların gerçek amacı zaten külliyenin esas planını çıkarmak ve ileriye dönük olarak restorasyonlarını yapmaktır. Bu gayeye bağlı olarak 2001 dönemi kazı ekibi ön hazırlıklarını bitirip, Bilge Kagan ve Köl Tigin Yazıtlarının bulunduğu Orkun Havzasına vardığı ilk gün, Moğol tarafının ilim adamlarıyla oturup, görüşmüşler, nereyi nasıl kazacaklarını belirlemişlerdir.

İlk önce, yazıtın üzerinde bulunduğu kaplumbağanın önünden itibaren ilim adamlarımız açmalara başlamışlar, süratle bu işlem sunak taşının yer aldığı en batı noktaya kadar uzanmıştır. Sunak taşının da önünde, arkasında, sağında ve solunda dört nokta açılmıştır. Burada yine Türk ve Mogol kültürüne dair önemli ip uçları yakalandı. Ancak bu noktada ilgi çekici olan sunak taşının hemen kuzeyinde bir sembolik mezarın ortaya çıkmasıdır. Ne Radloff’un, ne de daha sonrakilerin üzerinde ciddiyetle durmadıkları bu sembolik mezar mutlaka Bilge Kagan’ın eşi veya oğluna ait bir yapı olmalıdır. Bununla beraber bu sandukanın  etrafında  da  kaçak  kazılar  yapılmış,  ama  sistemli  ve  ilmi olmadığından olsa gerek herhangi bir netice alındığını sanmıyoruz.

Kazı ekibimiz sunak taşının bu kuzey tarafında çalışmalarını yaparken,sunak ile mezarın arasındaki dar bölgeyi de kazmaktan geri durmamışlar ve sonuç olarak 31 Temmuz 2001 tarihinde Bilge Kagan veya oğluna ait özel eşyaların bulunduğu hazineye ulaşmışlardır. Buluntuların ortaya çıkmasıyla kazı çalışmalarının yarım kalmaması ve meydana gelebilecek bir tehlikeye karşı ilim adamlarımız gece de çalışarak, tabaka halinde bu değerli eserleri almışlar ve kampta oluşturulan bir özel çadıra getirmişlerdir. Yedi ilim adamı bunların hem envanterini çıkarmak, hem de durumunu belgelemek amacıyla gece-gündüz yaklaşık bir hafta çadırdan ayrılmamacasına çalışarak, işlemi bitirdiler.
Hazinenin bulunmasından sonra kazı alanına en yakın yerleşim yerindeki Mogol makamlarına, Mogol tarafı ilim adamları vasıtasıyla haber gönderilmiş ve yardım talebinde bulunulmuştur. Fakat Moğolistan’ın içinde bulunduğu zor koşullar ve böyle bir polisiye tedbirin çevredeki köylüleri heyecanlandıracağı ve daha çok tehlike doğuracağı ileri sürülerek, maalesef Mogol makamlarından güvenlik sağlanamadı. Bu yüzden bizzat proje başkanı olarak bizim de içinde bulunduğumuz ilim adamlarından ekipler oluşturularak, bu değerli buluntular korundu.

Nihayet çadırdaki ilim adamlarımız Bilge Kagan veya oğluna ait olan 2000’den fazla parçadan oluşan kıymetli malzemeyi kutuladıktan sonra, sıra bunların  Moğolistan  yetkililerine  teslim  işlemine  gelmiştir.  Türk  ekibinin çalıştığı  yer,  Moğolistan’ın  başkenti  olan  Ulan-batar’a  yaklaşık 400  km uzaklıkta olup, yolun büyük bir kısmı toprak ve bozuk satıhtan meydana gelmekteydi. Herşeye rağmen Türk ve Mogol bilim adamları, yeniden kazı çalışmalarının sürdüğü ilçenin yetkililerinden bu taşıma işlemi sırasında bir koruma istediyseler de, tekrar Mogol makamları bunu karşılamaya imkanlarının olmadığını söylemişlerdir. Bu yüzden hazinenin kendi imkanlarımızla taşınması konusunda Mogol bilim adamlarıyla karara varıldı.

9 Ağustos 2001, perşembe sabahı saat 5 civarlarında, buluntular üzerinde çalışan dört bilim adamı, Türk tarafı proje başkanı ve kazı sorumlusu ile beraber, Moğollardan da bakanlık temsilcisi ve kazı başkanıyla birlikte sandıklar iki cipe
yüklendi ve peşpeşe yola çıkıldı. Daha güneş yavaş yavaş doğmakta, bozkırda başı boş hayvanlar ya otlamakta veya onlar da insanlar gibi dinlenmekte olduğu bir vakitte, bize göre Türk tarihinin şimdiye kadar ki en büyük buluntusunu
taşıyan ilim adamları, hem aşırı bir tedirginlikle, hem de tarihe geçmenin heyecanı arasında; tozlu ve bozuk patikalarda yol almaya başladılar. Tarihi bir olay gerçekte yaşanmaya başladı. Düşünün bir kere Türk tarihinin en mühim devlet adamlarından birine ait olduğu sanılan özel eşyalar, ceplerinde sadece kalemleri olan sekiz tane ilim adamının adeta sırtlarına yüklenmiş bir şekilde götürülüyordu.  O  ana  kadar,  çevrede  zaten  Türklerin  Orkun’da  birşeyler bulduğu yayılmış durumda idi. Bunları ele geçirmek için birtakım insanların herşeyi göze alabileceği ihtimali de söz konusuydu.
Hazinenin bulunmasından sonra kazı alanına en yakın yerleşim yerindeki Mogol makamlarına, Mogol tarafı ilim adamları vasıtasıyla haber gönderilmiş ve yardım talebinde bulunulmuştur. Fakat Moğolistan’ın içinde bulunduğu zor koşullar ve böyle bir polisiye tedbirin çevredeki köylüleri heyecanlandıracağı ve daha çok tehlike doğuracağı ileri sürülerek, maalesef Mogol makamlarından güvenlik sağlanamadı. Bu yüzden bizzat proje başkanı olarak bizim de içinde bulunduğumuz ilim adamlarından ekipler oluşturularak, bu değerli buluntular korundu.

Nihayet çadırdaki ilim adamlarımız Bilge Kagan veya oğluna ait olan 2000’den fazla parçadan oluşan kıymetli malzemeyi kutuladıktan sonra, sıra bunların  Moğolistan  yetkililerine  teslim  işlemine  gelmiştir.  Türk  ekibinin çalıştığı  yer,  Moğolistan’ın  başkenti  olan  Ulan-batar’a  yaklaşık 400  km uzaklıkta olup, yolun büyük bir kısmı toprak ve bozuk satıhtan meydana gelmekteydi. Herşeye rağmen Türk ve Mogol bilim adamları, yeniden kazı çalışmalarının sürdüğü ilçenin yetkililerinden bu taşıma işlemi sırasında bir koruma istediyseler de, tekrar Mogol makamları bunu karşılamaya imkanlarının olmadığını söylemişlerdir. Bu yüzden hazinenin kendi imkanlarımızla taşınması konusunda Mogol bilim adamlarıyla karara varıldı.

9 Ağustos 2001, perşembe sabahı saat 5 civarlarında, buluntular üzerinde çalışan dört bilim adamı, Türk tarafı proje başkanı ve kazı sorumlusu ile beraber, Moğollardan da bakanlık temsilcisi ve kazı başkanıyla birlikte sandıklar iki cipe
yüklendi ve peşpeşe yola çıkıldı. Daha güneş yavaş yavaş doğmakta, bozkırda başı boş hayvanlar ya otlamakta veya onlar da insanlar gibi dinlenmekte olduğu bir vakitte, bize göre Türk tarihinin şimdiye kadar ki en büyük buluntusunu
taşıyan ilim adamları, hem aşırı bir tedirginlikle, hem de tarihe geçmenin heyecanı arasında; tozlu ve bozuk patikalarda yol almaya başladılar. Tarihi bir olay gerçekte yaşanmaya başladı. Düşünün bir kere Türk tarihinin en mühim devlet adamlarından birine ait olduğu sanılan özel eşyalar, ceplerinde sadece kalemleri olan sekiz tane ilim adamının adeta sırtlarına yüklenmiş bir şekilde götürülüyordu.  O  ana  kadar,  çevrede  zaten  Türklerin  Orkun’da  birşeyler bulduğu yayılmış durumda idi. Bunları ele geçirmek için birtakım insanların herşeyi göze alabileceği ihtimali de söz konusuydu.

Bu hazinenin bulunuşu ekipteki birçok kişi tarafından İlahî bir şekilde yorumlanmıştır.  Yüzyıldır  bölgede  çeşitli  milletlerden  ilim  adamı  veya soyguncu pek çok kişi kazı yaptıkları halde, bir şey bulamamışlardı. Veya biz
öyle biliyoruz. Tanrı, Bilge Kagan’ın özel eşyalarını onun torunları Türklere sakladı. Ama buraya daha önce Türkler de geldiler ve kazı teşebbüslerinde bulundular. Kimse bunları bulamamıştı. Bu büyük olay sadece 2001 yılında giden ekibe nasip oldu. Çünkü Moğolistan’a giden grup her bakımdan, hem ilim, hem  de  idealler  açısından  seçilmişlerdi.  Onlar  nereye,  niçin  gittiklerinin farkındaydılar. Onlar atalarına karşı olan vefa borcunu yerine getirmek için oradaydılar. Bu kazı işini sadece bir arkeolojik olay olarak görmüyorlar, adeta ibadet  ediyorlardı.  Üzerine  bastığı  toprağı  incitmekten  korkan,  her  mala darbesiyle kaldırdıkları toprağa sanki taparcasına davranan bu insanlara elbette Bilge Kagan mükafatını vermeliydi ve de verdi.

Pekçok kişi bu vakıayı İlahi bir olay olarak değerlendirmeyebilir. Ama Orkun’da Türk ekibi mucizeler yaşamıştır. Buluntunun ortaya çıkmasıyla, göğün ağlamaya başlaması, yani bardaktan boşanırcasına bir yağmur, bize göre bir delil idi.  Herşeyden  önemlisi  Hazinenin  yola  çıktığı  sırada,  Oguz  Han’ın Bozkurtu’nun bize öncülük etmesi, Türk tarihini ve kültürünü çok iyi bilen bir tarihçiyi mucize olarak yorumlamaya sevk etmektedir. Bu olaya Türk ve Moğol sekiz bilim adamı da şahittir.
Orkun’dan çıktıktan sonra ciplerimiz biraz yol almıştı ki, sabahın alaca karanlığında  önümüzde  aniden  iki  kurt  belirdi.  Belki  de  avlanmak  için koyunların peşine düşmüş olan bu hayvanların, bizim araçlarımızın önüne çıkması ve bir süre onlar önde, biz arkada yol almamızın sadece tesadüfü bir olay olmasına inanışımız gelmedi.


Kök  Börü  ya  da  diğer  adıyla  Bozkurt,  Türklerin  milli  sembolü,bağımsızlığının işareti, kutlu atasıdır. Türk’ün tarihten silinmesine o engel olmuş, yeniden çoğalmasını sağlamış ve dünyaya hakim olurken de, hep önde o yol göstermiştir. İşte, o anda sanki Bilge Kagan’a eşlik edercesine bizim önümüze çıkmışlar ve koşuyorlardı. Ancak burada ilginç olan bir nokta, kurt Mogollarca da kutsal bir hayvandır. Araçlardaki Mogollar kurtu görünce adeta bizden daha çok heyecanlandılar. “Çono, çono” diye bağırmaya başladılar.Hepsi  çok  büyük  bir  sevinç  içindeydiler. Şoförümüz  kurtların  peşinden

koşturuyordu. Kendisine yavaş gitmesini, arkada belki de tarihin en değerli buluntularının yer aldığını, üstüne üstlük onları takip ederken arabalarımızın devrilebileceğini anlatmaya çalıştıktan sonra, şoförümüz yavaşladı. Mogolların anlattığına göre; bu kutlu hayvanı görmek uğur getirirmiş, o yüzden Mogollar büyük bir neşeye kapılmışlardı.

Arabalardan ve seslerden ürken iki kurt, daha sonra yolun solundaki tepeye doğru tırmanmaya başladılar, bu arada Bilge Kagan’ın eşyalarını taşıyan iki vasıta da durdu ve onları izlemeye başladık. Biraz sonra iki kurt da tepeye çıktılar ve onlar da bize bakmaya başladı. Sanki bize güle güle dercesine, bir süre dikildikten sonra, kayboldular.


9 Ağustos 2001 tarihinde, Bilge Kagan’ın hazinesi böyle Ulan-batar’a ulaşmış, bir tutanak ile de Mogolistan Milli Tarih Müzesi’ne teslim edilmiş oldu.

“Bilge Kagan’ın Hazinesi Nasıl Taşındı?”, Orkun, Sayı 45, İstanbul 2001