Bu Blogda Ara

8 Eylül 2010 Çarşamba

Halil İnalcık

Dünyaca ünlü tarihçimiz Halil İnalcık, 26 Mayıs 1916’da İstanbul’da dünyaya geldi. Çocukluğu hep savaş yıllarında geçen İnalcık, 1924 yılında, ailesiyle birlikte Ankara’ya yerleşti ve ilkokulu burada, Gazi İlkokulu’nda bitirdi. Babası Seyit bey ailesini bırakıp Mısır’a yerleştiği için Halil İnalcık’ı annesi büyüttü. Ortaokulda yatılı olarak Sivas Öğretmen Okulu’na verilen İnalcık, 1932 yılında ise Balıkesir Necatibey Öğretmen Okulu’na nakledildi. Burada, fizik dalında Nusret Kürkçüoğlu, edebiyat dalında ise edebiyat tarihçisi Abdülbaki Gölpınarlı gibi ünlü hocalardan ders aldı.


1935’de, öğretmen okulundan mezun olduktan sonra, Atatürk’ün tarih tezini bilimsel temellere dayandırmak için kurduğu Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ne başladı. İnalcık, üniversite eğitimi sırasında da dönemin önemli isimlerinden der aldı. Bunlar arasında Fuad Köprülü, Şemsettin Günaltay, Muzaffer Göker, Yusuf Hikmet Bayur gibi isimleri sayabiliriz.

Ortaçağ tarihi derslerini aldığı Köprülü, İnalcık üzerinde büyük bir etki bıraktı ve meslek yaşamı boyunca kendisine örnek oldu. İnalcık, 1940 yılında mezun olduktan sonra Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde kaldı ve Yakınçağ Tarihi Bölümü’nde asistan oldu. Bu arada Şevkiye Hanımla evlendi ve 1948 yılında Günhan adlı çocukları dünyaya geldi.

“Tanzimat ve Bulgar Meselesi” başlıklı doktora tezini iki yıl içinde tamamladı ve doktora payesini aldı. İnalcık’ın İstanbul arşiv belgelerinden derleyerek hazırladığı bu çalışması, Türk Tarih Kurumu tarafından yayımlandı. Belgelere dayanarak hazırlanmış bu tez büyük ilgi uyandırdı. Öyle ki o sırada dekan olan Enver Ziya Karal’ı Bulgar elçiliğinden bir heyet ziyaret etti ve bu tezin Bulgar tarihine yaptığı katkılardan dolayı tebriklerini sundu. Bu da, İnalcık’ın ileride birçoklarının kabul edeceği tarafsız ve doğru tarih yazımı konusundaki hassaslığına bir örnek oluşturdu.
Bu tezi için şunları söylüyor İnalcık:

“Arşivlerde 1432 yılına, II. Murat devrine ait bir tımar defteri buldum. Bu, arşivimizdeki en eski defterdir. Onu 1954’te neşrettim. Bu Arnavutluk’a ait bir defterdi ve Arnavutluk tarihine yönelik çok önemli sorunları çözmemize yardımcı oldu. Ben eğer şöhretli bir tarihçi olmuşsam, bunu Türk arşivlerine borçluyum. Bu arşivler çok mühim ve çok zengindir. Sosyal bilimlerle uğraşan Türk bilim adamları bu arşivler sayesinde önemli çalışmalar yapabilirler ve Türkiye’nin sosyal bilimlerdeki başarısı bizi Fransa’nın yanına yerleştirir. Fakat zaman zaman arşivlerimizin yönetiminde anlaşılmaz bir düşünce hakim oluyor. Vesikaların tamamını alamayacağımız söyleniyor. Son olarak, 1989 yılında defterlerin fotokopilerinin tam olarak çıkışı yasaklandı. Bugün bunların ancak üçte birini alabilirsiniz. Eskiden bu kural geçerli olsaydı ben Tanzimat ve Bulgar Meselesi başlıklı tezimi ortaya çıkaramazdım. Bu vesikaların açıklığı sayesinde bütün dünya çarpıtmalardan kurtulmuş hakiki tarihimizi öğrenecektir. Vaktiyle, Köprülü’nün Dışişleri Bakanı olduğu zamanlarda tam açıklık vardı. Macarlar kendileri ile ilgili defterlerin fotokopilerini aldılar ve Macarca’ya tercüme ettiler. Macarlar bugün kendi kayıtlarında Türkler aleyhine olan bölümleri düzeltiyorlar. Macar tarihini yalnızca Macar vesikaları ile yazarsanız çok düşmanca sonuçlara varırsınız, ama Türk vesikalarını da kullanırsanız daha dengeli bir tarih ortaya çıkar. Bunu böyle yapmamak bizi Türk tarihinin gerçeklerini öğrenmekten alıkoyar.”
İnalcık, tarihçilik anlayışını Fransız Annales ekolu doğrultusunda tanımlar ve çalışmalarını temelde bu bağlamda sürdürür. Bunun en önemli örneğini 1977 yılında Fernand Braudel Araştırma Merkezi’nde Immanuel Wallerstein’ın düzenlediği uluslararası bir konferansta sunduğu bir bildiride görmek mümkündür. İnalcık, bu bildiride Annales yönteminin Osmanlı ekonomik ve sosyal tarihine bakışta kökten değişiklikler getirebileceğinden nasıl yararlı olabileceğinden söz eder. UNESCO’nun çıkarmayı tasarladığı “Dünya Tarihi” adlı kitapta kendisine görev verilmesi, onun tarihçiliğine olan uluslararası saygının bir işareti sayılabilir.

İnalcık, Türk tarihçilerine şu öğütlerde bulunuyor:

“Türk tarihçilerine bir öneride bulunmak gerekirse diyebilirim ki daima belgelere sadık kalın. Eğer hakikati ortaya çıkarırsanız bu daima bizim lehimizedir, çünkü bugüne değin tarihimiz hakkında yazılanların çoğu ya yalandır, ya çarpıtmadır. Eğer mübalağa yaparsanız kendinizi kabul ettiremezsiniz, sizi ciddiye almazlar.”

Halil İnalcık’ın iyi bir tarihçi olmasındaki en önemli nedenlerden biri de bildiği yabancı dillerdir şüphesiz. İngilizce, Almanca, Fransızca’yı çok iyi okuyabilen İnalcık, Arapça ve Farsça’yı da kullanabiliyor ve bir sözlük yardımıyla okuyabildiği diller arasına İtalyanca’yı da katabiliyor. Bu, kaynakları araştırmaları için kullanmamasına ve yabancı dillerde yayın yapmasına olanak sağlıyor. İnalcık, sayıları yüzleri geçen makale ve kitaplarıyla dünya tarihçiliğinde seçkin bir yer yapmıştır. Başarısının göstergeleri aldığı ödüllerin çok üzerinde. Bunlar arasında Rockfeller Vakfı, Türk Tanıtma Vakfı, ODTÜ Mustafa Parlar Vakfı, Sedat Simavi Vakfı, Dışişleri Bakanlığı Yüksek Hizmet, Kültür Bakanlığı Sanat ve Kültür Büyük Ödülleri sayılabilir.


İnalcık’ın başarılarının bir başka göstergesi de aldığı fahri doktora payeleri. Boğaziçi, Uludağ, Selçuk, Atina, Kudüs İbrani ve Bükreş üniversitelerinden doktora payeleri onun başarısının uluslararası platformda da takdir edildiğini gösterir. İnalcık, 1986’da Amerikan Akademisi’ne, 1993’te British Academy’e üye seçildi ve böylece uluslararası alanda seçkin bir yer alan ilk tarihçimiz oldu. İnalcık, iyi bir araştırmacı olmasının yanında yetiştirdiği öğrencilerle de Türk tarihçiliğine değerli katkılarda bulunuyor.


“Türk tarihçiliği gelişiyor. Geçmişte iki büyük üstad var: Fuad Köprülü, Ömer Lütfü Barkan. Bu iki usta Türk tarihçiliğine getirdikleriyle bir yön vermiştir. Bugün tarihimizi onların yolunda iyi inceleyebilmek için, Osmanlıca’ya hakim olmak, bunun yanında batı tarihçiliğini iyi izlemek gerekir. Bana, siz bütün kariyeriniz boyunca ne yaptınız diye sorarsanız şunu söyleyebilirim: Bütün çabalarım Türk tarihçiliğini modern tarihçilik düzeyine çıkarmaktır. Benim tarih anlayışım devletlerin tarihini ortaya çıkarmaktan ziyade halkın tarihini, halkın geçmişte nasıl yaşadığını, sosyal hayatını, ekonomisini, gündelik yaşantısını ve bunları belirleyen şartları ortaya çıkarmaktır. Bizim tarihçiliğimiz ise bu konulara yeni yeni ilgi duyuyor.”

İnalcık, 1972’de otuz yıl ders okuttuğu Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nden emekli olunca, Chicago Üniversitesi tarih bölümüne davet edildi. Burada on beş öğrenci yetiştirdikten sonra 1986 yılında ikinci kez emekli oldu.

Halil İnalcık, çok çeşitli üniversitelerde sürdürdüğü meslek yaşantısına 1993 yılından itibaren Bilkent Üniversitesi’nde devam ediyor ve bu üniversitede lisansüstü bir tarih bölümü kurmaya çabalıyor. Dört uzmanla birlikte hazırladığı eseri “An Economic and Social History of Ottoman Empire” bugün dünya üniversitelerinde el kitabı haline gelmiştir. İnalcık bu eserle, Osmanlı Türk tarihinin medeni yüzünü dünyaya tanıtmakla övünüyor

Şu Destanı

Destan hakkında bilgi:
Destana kahraman olarak adını veren Şu, sanıldığına göre M.Ö dördüncü yüzyılda yaşamıştır. Bir Türk Hakanıdır.
Destanda Makedonyalı İskender'in, İran üzerinden Asya'ya doğru yürürken yapılan savaşları ve bu savaşların Türklerle ilgili bölümü anlatılmaktadır. Türk boylarının oluşumu, Türklerin şehir hayatı yaşamağa başlamaları, aynı zamanda milletini geçici bir işgalden mümkün olduğu kadar can ve mal kaybına uğratmadan kurtarmak için düşünen bir Hakanın kaygıları da anlatılan destanın en büyük özelliği, daha sonraki Türk destanlarında gelişecek olan ana fiziği ve süslemeleri önceden işlemesidir.
Zeki Velidî Togan'a göre, destanda önemli bir yer tutan ve destanın geçiş dengesi olan İskender'in istilâsının aslında İskender'le ilgisi yoktur; daha önceki yüzyıllardan bir Aryanı istilâ ile ilgilidir.

Destanın kısa da olsa bir özeti Divan-ı Lügat-it Türk'de kayıtlıdır.

Destanın Özeti:

Şu Kalesi, Balasagun yakınlarında, genç bir Hakan olan Şu tarafından yapılmış bir kaleydi, fakat Hâkan'ın sarayı Balasagun'da idi. Kalede ve Balasagun'da, o çağların en güçlü, en büyük ordusu bulunuyordu. Şehir zengindi. Öyle ki, her gün, Şu Hakanın sarayının önünde, ordu beğleri için 365 nöbet vurulurdu.

Bu sıralarda, bir adına da Zülkarneyn denilen Makedonya Kralı İskender ünlü Doğu seferine çıkmış, Ön Asya'dan İran içlerine doğru önüne neresi gelmişse ordusunu yenmiş ülkesini ellerinden almıştı. İskender Semerkand'e kadar gelmiş burayı da geçip Türklerin yaşadığı ülkelere doğru ilerlemişti.


İskender'in, Balasagun'a ve Şu Kalesine doğru yaklaşmakta olduğunu, genç Hakan Şu'nun gözcüleri gelip haber verdiler. Dediler ki:


"İskender denilen, gün batısından kopup gelen bir kral ordusuyla bize yaklaşmaktadır. Önüne gelen ülkeleri dize getirmiş yerle bir etmiştir. Bize ne buyurursun? Savaşalım mı ?"

Genç Hakan, ordu habercilerini dinlemez gibi göründü. Çünkü çok daha önce, en güvendiği yiğitlerden kırk kişiyi seçmiş, Hucend Irmağı kıyılarına gözcülük etsin diye göndermişti. Yiğitler kimseye görünmeden, gizlice gidip Hucend Irmağının kıyılarına yerleştikleri için ordu habercileri durumu bilmiyorlardı. Getirdikleri haberden, Hakanlarının telâş edip yerinden kımıldamadığını gördükleri için de şaşmışlardı. Hakanın gönlü rahattı.


Hakan Şu'nun bir havuzu vardı; gümüştendi. Bu işten çok iyi anlayan ustalara yaptırmıştı. Her yere taşınabilecek şekildeydi. Bunun için Hakan da gümüş havuzunu, sefere bile çıksa yanına alır, konakladıkları yerlerde içine su doldur-tur, kazlar ve ördekleri su dolu gümüş havuza salar, onlarla oyalanırdı, eğlenirdi.

Kazların ve ördeklerin gümüş havuzda yüzüşlerini seyretmek Hâkan'ı dinlendirir, dinlenir iken seferle, milletinin geleceği ile ilgili taşanları hazırlardı.


Haberciler geldikleri zaman yine gümüş havuzunda yüzen ördeklerle kazları seyredip dinleniyordu.

Habercilerin:

- Nasıl buyurursunuz? İskenderle savaşalım mı ?.. diye sorup buyruk beklemeleri üzerine onlara havuzu, havuzda yüzen kazlarla ördekleri gösterdi:


- Görüyor musunuz, Kazlarla ördekler suda ne güzel yüzüyor, nasıl dalıp dalıp çıkıyorlar? dedi.


Haberciler, Hakanlarının bu sözünü garip karşıladılar; Ona kuşku ile baktılar. "Herhalde Hakanımızın hiç bîr hazırlığı yok ne yapacağını bilemiyor." diye düşündüler.


Ama o sırada, İskender, Hucend Irmağını geçmişti.



Vakit gece yansına geliyordu. Hucend Irmağının kıyılarında gözcülük yapıp devriye gezen Genç Hakanın en güvendiği kırk yiğit yıldırım hızıyla atlanıp Şu kalesine geldiler ve gece vakti, İskender'in Hucend suyunu geçip Balasagun yolunda ilerlemekte olduğunu Şuya haber verdiler.



Daha önceki habercilerin haberlerini dinlerken kılı bile kıpırdamayan Hakan Şu, yiğitlerin sözü üzerine derhal ve gece yarısı göç davulunun çalınmasını emretti. Davulun çalınmasıyla birlikte, Doğuya doğru hızla yola çıktı.


Bu durum halkı şaşırttı. Hakanın, gündüzün hiç bir hazırlıkta bulunmadan böyle gece vakti göçü başlatması üzerine korktular. Ellerine ne geçtiyse toplayıp, buldukları ata atlayan millet Hakanla birlikte yola düştü. Sabah olurken, şehirde hemen hemen biç kimse kalmamıştı; bomboş ve dümdüz bir ova görünüyordu.


Bütün milletin, Hakan Şunun ardından gitmiş olmasına rağmen, gece vakti binecek hiçbir şey bulamayan yirmi iki kişi, ne yapacağını bilemeden Şu Kalesinde kalmışlardı.


Bu yirmi iki kişi, ne yapacaklannı düşünürken yanlarına iki kişi daha geldi. Kap kaçakları toplamışlar sırtlarına yüklenmişler, öyle taşıyorlardı. Yorgundular. Fakat pek duracağa benzemiyorlardı. Önceki yirmi kişi, bu yeni gelenlere bir yere gitmemelerini, kendileri gibi burada kalıp beklemelerini söylediler. Ayrıca:


- İskender dedikleri her kim ise, burada uzun müddet kalamaz: geldiği gibi geri dönüp gider. Burası bizim yurdumuz, yine bize kalır, diye ısrar ettiler.


Bu yüzden bu iki kişinin adı (Kalaç) oldu kaldı; bu iki kişiden olan çocuklar ve torunları (Kalacı) adıyla anıldılar. Fakat bu iki kişi, öteki yirmi iki kişinin sözlerini dinlemedikleri, bırakıp gittikleri için İskenderin geldiğini görmediler.


İskender gelip de, uzun saçlı yirmi iki kişiyi görünce: "Türk mânend" dedi. "Bunlar Türke benziyorlar" demişti. Bu yüzden yirmi iki kişinin soylarının adı Türkmen olarak kaldı. Giden İki kişi gittikleri için tamı tamına Türkmen sayılmadılar. Yirmi dört boydan yirmi ikisi Türkmen, kalan ikisi Kalaç diye bilindi.


Bu olaylar gelişe dursun, öte yandan Şu Hakan ordusu ve yanında gidenlerle birlikte Çin sınırına kadar yürümüşlerdi. Çin'e yakın Uygur iline vardıklarında Şu, İskender'i artık karşılayabilecek durumda olduğunu, onu asıl merkezinden çok uzaklara çektiğini, kendi ırkdaşları arasında bulunduğu için İskender'den daha güçlü bir duruma geldiğini düşündü. Ve bir kısım askerini ayırarak, içlerinden en gençlerini seçerek İskender'in üstüne yolladı. Veziri, gidenlerin hepsinin genç olduğunu, tecrübelerinin olmadığını ileri sürdü. Başaramazlarsa sonucun kötüye varacağını söyledi. Şu Hakan vezirine hak verdi ve yaşlı, tecrübeli bir Subaşını askerleriyle birlikte gönderdi.


Bunlar, bir zaman sonra İskender'in gönderdiği öncü birliklerle karşılaştılar. Türk erleri, İskender'in öncü birliklerine bir gece baskını yaptı. Çok kanlı bir baskındı bu, ölüm kalım meselesiydi. İskender'in öncü birlikleri bozguna uğradı. Türk erlerinden biri, İskender'in askerlerinden birini bir kılıçta ikiye bölmüş, askerin kemerine bağladığı altın dolu bir kemer parçalanarak içindeki altınlar yere saçılmış ve İskender'in askerinin kanıyla bulanmıştı. Ertesi sabah güneş ışıklan bu kanlı altınları parıldattı. Bunu gören Türk erleri birbirlerine bakıp "Altın Kan!. Altın kan!.- diye bağırıştılar. O günden bu yana, bu baskının yapıldığı yere yakın bulunan bir dağın adı Altun Han Dağı oldu ve öyle söylenip geldi.


Baskından sonra Şu Hakan ile İskender bir daha savaşmadılar , barış yaptılar . Barışın sonu her iki taraf için de iyi sonuçlar verdi. Birbiri ardınca şehirler yapılmaya başlandı . Uygurlar ile öteki Türk kavimleri şehirlere yerleşti. Şu Hakan da Balasagun'a döndü. Şu kalesini sağlamlaştırdı , şehri geliştirdi. Bütün bunları yaptıktan sonra bir de tılsım koydu. Bu tılsım öyle bir tılsımdı ki her yanda duyuldu. Leylekler bu şehre geldikleri zaman tılsım yüzünden daha öteye geçemediler , şehri aşamadılar.


Şu Destanı (ikinci kaynak)

Şu Destanı, Türkler'in en eski destanlarından biridir. Destanın kahramanı olan Şu, bilginlerin tahminlerine göre MÖ dördüncü yüzyılda yaşamış bir Türk kaganıdır. Şu Destanı'nın konusu, Makedonyalı İskender'in Asya içlerine doğru ilerlerken Türkler'le yaptığı savaşlardır (?). Ama, türkolog Zeki Velidi Togan'a göre, destanda adı geçen İskender'in Makedonya'lı İskender ile bir ilgisi yoktur ve Şu Destanı'nın konusu Makedonyalı İskender'in istilası değil daha önceki yüzyıllarda oluşmuş bir Aryani istilasıdır.


Destanda Türk boylarının oluşumu ve Türkler'in kent yaşamına geçmeğe başlamaları da anlatılmaktadır. Ayrıca, ulusunu bir istiladan korumak için çaba gösteren bir kaganın kaygılarının ince bir biçimde işlenmesi, destana ayrı bir özellik katmaktadır.. Şu Destanı, kendisinden sonra oluşacak Türk destanlarının ana çizgilerini ve süslemelerini belirlemiştir.

Şu Destanı, kimi bilginlere göre Saka Türkleri'nin destanıdır. Şu destanında müzik ve ezgi önemli bir rol oynar; ama bu müzik insan sesine değil, sazların sesine dayanır. Destanın kahramanı genç kagan Şu, Türk destanlarının yerinde durmayan hareketli ve atak yiğitlerinden daha değişik bir yapıdadır. Kagan Şu, beden ve ruh yapısı ile daha çok, Osmanlı hakanı 3. Selim'i andırır. Şu Kagan, 3. Selim gibi içli, sanatçı, düşünceli ve mantıklı bir kimsedir. Sarayının kapısında günde 365 nöbet çalınır.

Şu Destanı'nın özeti aşağıda yer almaktadır:


Şu Kalesi'ni, Balasagun yakınlarında genç kagan Şu yaptırmıştı. Kagan Şu'nun sarayı ise Balasagun'da idi.Kalede ve Balasagun'da çok güçlü bir ordu bulunuyordu. Balasagun kenti çok zengindi. Şu Kagan'ın sarayının önünde ordu beğleri için her gün 365 nöbet vurulurdu. Bu sırada, Zülkarneyn (İskender) doğu seferine çıkmış, Ön Asya'dan İran içlerine kadar önüne çıkan tüm orduları yenmiş, ülkeleri işgal etmişti. Zülkarneyn, Semerkand'a değin ilerlemiş, Türk illerine yaklaşmıştı.

Şu Kagan'ın gözcüleri, Zülkarneyn'in Balasagun'a ve Şu Kalesi'ne yaklaştığını bildirdiler. Gözcüler, Şu Kagan'a şöyle dediler:

''Zülkarneyn denilen, gün batısından kopup gelen bir kıral ordusuyla bize yaklaşmaktadır. Önüne çıkan orduları dize getirmiş, yerle bir etmiştir. Bize ne buyurursun? Onunla savaşalım mı?''

Genç kagan Şu, habercilerin sözlerini dinlemez gibi göründü. Çünkü daha önceden, en güvendiği yiğitlerden kırk kişiyi seçmiş, Hucend Irmağı kıyılarına gözcülük etsinler diye göndermişti. Yiğitler, kimseye görünmeden gizlice giderek Hucend kıyılarına yerleştikleri için, ordu habercileri durumu bilmiyorlardı. Getirdikleri kötü haberden Şu Kagan'ın kaygılanmamasına, kılını bile kıpırdatmamasına şaşırdılar. Şu Kagan gönlü ise rahattı.

Şu Kagan'ın gümüşten bir havuzu vardı. Havuzu, işten anlayan ustalara yaptırmıştı. Havuz, istenildiğinde taşınabiliyordu. Şu Kagan, savaşa bile gitse gümüş havuzunu yanına alırdı. Konakladığı yerlerde içine su doldurtur, su dolu bu gümüş havuza kazlar, ördekler salar, onlara bakardı. Kazların, ördeklerin gümüş havuzda yüzüşlerini seyretmek kendisini dinledirir, dinlenirken de ulusunun geleceği ile, sefer ve savaşlar ile ilgili tasarılar hazırlardı. Şu Kagan, haberciler geldikleri sırada yine gümüş havuzda yüzen kazları, ördekleri seyrederek dinleniyordu. Habercilerin:

''Ne buyruk verirsin kaganım? Zülkarneyn ile savaşa tutuşalım mı?''
Diye sorup buyruk beklemeleri üzerine onlara havuzu ve havuzda yüzen kazlar ile ördekleri gösterek şöyle dedi:

''Bakın. Görüyor musunuz... Kazlarla ördekler suda ne güzel yüzüyor, nasıl dalıp dalıp çıkıyorlar?''
Haberciler, kaganlarının bu biçimde konuşmasını garip karşıladılar. Ona kuşku ile baktılar. ''Herhalde kaganımızın hiç bir hazırlığı yok. Onun için ne yapacağını bilemiyor'' diye düşündüler.
O sırada, Zülkarneyn'in ordusu Hucend Irmağı'nı geçmişti. vakit gece yarısına geliyordu. Hucend Irmağı kıyılarında gözcülük yapan, Şu Kagan'ın kırk yiğidi atlanıp, yıldırım gibi Şu Kalesi'ne geldiler. Şu Kagan'ın katına varıp Zülkarneyn'in Hucend Suyu'nu geçtiğini, Balasagun yolunda ilerlediğini bildirdiler. Daha önceki habercilerin sözlerini dinlerken kılı kıpırdamayan Şu Kagan, kırk yiğidin sözleri üzerine hemen göç davulunun çalınmasını buyurdu. Davulun çalınması ile birlikte doğuya doğru hızla yola koyuldular. Bu durum halkı şaşırttı. Gündüzün hazırlık yapılmadan, gece vakti göçün başlamasından korktular. Ellerine ne geçtiyse toplayıp bulabildikleri atlara atlayan millet, kaganla birlikte yola düştü. Gün doğarken, kentte kimse kalmamıştı. Yalnızca bomboş ve düz bir ova görünüyordu.
Bütün millet, Şu Kagan'ın ardından gitmişti. Ancak, binecek bir şey bulamayan yirmi iki kişi, Şu Kalesi'nde kalmıştı. Bunlar ne yapacaklarını düşünürlerken yanlarına iki kişi daha geldi. Bu iki kişi kap kacaklarını toplayıp sırtlarına vurmuşlardı. Yorgundular. Fakat, pek duracağa benzemiyorlardı. Önceki yirmi iki kişi, bu yeni gelenlere bir yere gitmemelerini, kendileri gibi kalede kalıp beklemelerini söylediler.
''Zülkarneyn denilen her kim ise, burada uzun süre kalamaz, geldiği gibi geri dönüp gider. Burası bizim yurdumuz, yine bize kalır.'' dediler.

İşte bu yüzden, bu iki kişinin adı Kalaç olarak kaldı. Bu iki kişiden olan çocuklar ile torunları de Kalacı adıyla anıldılar. Ama bu iki kişi, yirmi iki kişinin sözlerini dinlemeyerek onları bırakıp gittikleri için Zülkarneyn'in geldiğini görmediler.

Zülkarneyn gelip de kalede kalan uzun saçlı yirmi iki kişiyi görünce ''Türk mânend'' dedi. Bu söz, ''Türk'e benziyorlar'' anlamına geliyordu. Bu yüzden, yirmi iki kişinin soylarının adı da Türkman (Türkmen) olarak kaldı. Giden iki kişi, gittikleri için tam anlamıyla Türkmen sayılmadılar. Böylece oluşan yirmi dört boydan, yirmi ikisi Türkmen, öteki ikisi de Kalaç diye bilindi.


Bu olaylar olurkan Şu Kagan, ordusu ve yanındakilerle birlikte Çin sınırına değin ilerlemişti. Çin'e yakın Uygur iline vardıklarında Şu Kagan, artık Zülkarneyn'i karşılayabilecek durumda olduğuna, onu asıl merkezinden çok uzaklara çektiğine karar verdi. Çünkü, kendi soydaşları arasında bulunduğu için Zülkarneyn'den daha güçlü durumua gelmişti. Şu Kagan, çerilerinin en gençlerini ayırdı; onları Zülkarneyn'in üzerine yollamayı düşündü. Veziri, gidecek olanların tümünün genç olduğunu, deneyimlerinin bulunmadığını, başaramazlarsa işin kötüye varacağını söyledi. Şu Kagan, vezirine hak verdi. Yaşlı, deneyimli bir subaşını çerileriyle birlikte gönderdi.

Şu Kagan'ın çerileri bir zaman sonra Zülkarneyn'in öncü birlikleriyle karşılaştılar. Türk çerileri, Zülkarneyn'in öncü birliklerine bir gece baskını yaptılar. Baskın çok kanlı oldu. Bir ölüm kalım savaşı yapıldı. Zülkarneyn'in öncü birlikleri bozguna uğradılar. Türk erlerinden biri, Zülkarneyn'in çerilerinden birini tek kılıç vuruşuyla ikiye böldü. Çerinin kemerine bağladığı altın torbası parçalandı; içindeki altınlar yere saçıldı, çerinin kanıyla kızıla bulandı. Ertesi gün, gün ışıkları bu kanlı altınları parlattı. Bunu gören Türk erleri birbirlerine bakıp ''Altın kan! Altın kan!'' diye bağrıştılar. O günden sonra, bu baskının yapıldığı yerin yakınında bulunan dağa Altın Kan (Altun Han) dendi.

Baskından sonra Şu Kagan ile Zülkarneyn daha savaşmadılar, barış yaptılar. Barış, iki taraf içinde iyi sonuçlar doğurdu. Burada bir çok kent kurulmağa başlandı. Uygur Türkleri ile öteki Türk boyları bu kentlere yerleştiler. Şu Kagan da Balasagun'a döndü. Şu Kalesi'ni sağlamlaştırdı. Balasagun kentinin geliştirdi. En sonunda da kaleye bir tılsım koydu. Bu öyle bir tılsımdı ki dörtbir yanda duyuldu. Leylekler kente dek geldiklerinde tılsım yüzünden daha uzağa uçamadılar, kenti aşamadılar.

ERMENİ MESELESİ BİBLİYOGRAFYA

1. Ahmed Rüstem Bey, Cihan Harbi ve Türk-Ermeni Meselesi, Türkçesi: Cengiz Aydın, Bilge-Kültür-Sanat Yayınları, İstanbul 2001.




2. Akbulut, Yılmaz, Ermeniler ve Bingöl’deki Ermeni Tehciri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1998.



3. Akçora, Ergünöz, Van ve Çevresinde Ermeni İsyanları (1896-1916), Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul 1994.



4. Akgün, Seçil, General Harbord’un Anadolu Gezisi ve (Ermeni Meselesi’ne Dair) Raporu (Kurtuluş Savaşı Başlangıcında), Tercüman Tarih Yayınları, İstanbul 1981.



5. Aktan, Gündüz, “Hukukta Soykırım ve Ermeni Olayları”, Popüler Tarih, Sayı: 35 (Temmuz 2003), s. 62-67.



6. __________, “Lozan Barış Antlaşması ve Ermeni Sorunu”, Stratejik Analiz, Sayı: 61 (Mayıs 2005), s. 19-24.



7. Armenian Allegations:Myth and Reality, A Handbook of Facts and Documents, Compiled and Edited by: The Assembly of Turkish American Associations, Second Edition, Washington 1987.



8. Armenians in the Ottoman Empire and Modern Turkey (1912-1926), Boğaziçi University Publications, İstanbul 1984.



9. Asaf, Mehmet, 1909 Adana Ermeni Olayları ve Anılarım, haz., İsmet Parmaksızoğlu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1982.



10. Aslan, Betül, Erzurum’da Ermeni Olayları (1918-1920) (Hatıralar-Belgeler-Kazılar), Atatürk Üni-versitesi Türk-Ermeni İlişkilerini Araştırma Merkezi Yayınları, Erzurum 2004.



11. Ata, Ferudun, İşgal İstanbul’unda Tehcir Yargılamaları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2005. 12. Ataöv, Türkkaya, A Brief Glance at the “Armenian Question”, Ankara 1984.



13. __________, An Armenian Author on “Patriotism Perverted”, Feryal Matbaası, Ankara 1984.



14. __________, A “Statement” Wrongly Attributed to Mustafa Kemâl Atatürk, Ankara 1984.



15. __________, Talât Paşa’ya Atfedilen Andonian “Belgeler” i Sahtedir, Sistem Ofset, Ankara 1984.



16. __________, The Massacre of the Turkish-Moslem Population, Sistem Ofset, Ankara 1986.



17. ATASE, I. Dünya Savaşı Sırasında Ermeniler’in Türkler’e Yaptığı Katliâm, Fotoğraflar, Ankara 2000.



18. Atatürk’ten Ermeni Sorunu, Yayıma Hazırlayan: İsmet Görgülü, Bilgi Yayınevi, Ankara 2002.



19. Aytekin, Halil, Kıbrıs’ta Monarga (Boğaztepe) Ermeni Lejyonu Kampı, Türk Tarih Kurumu Yayınla-rı, Ankara 2000.



-B-



20. Babacan, Hasan, Babacan, Hasan, Mehmed Talât Paşa (1874-1921), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2005.



21. Başar, Zeki, Ermeniler’den Gördüklerimiz, Atatürk Üniversitesi Yayınları, Ankara 1974.



22. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Belgelerinde Ermeniler (1915-1920), Ankara 1994.



23. __________, Ermeniler Tarafından Yapılan Katliam Belgeleri, I (1914-1919); II (1919-1921), Ankara 2001.



24. __________, Ermeni Komiteleri (1891-1895), Ankara 2001.



25. __________, Azerbaycan Belgelerinde Ermeni Sorunu (1918-1920), Ankara 2001.



26. Bildirici, Yusuf Ziya, Adana’da Ermeniler’in Yaptığı Katliâmla ve Fransız-Ermeni İlişkileri, KÖKSAV Yayınları, Ankara 1999.



27. Bilgi, Nejdet, Ermeni Tehciri ve Boğazlıyan Kaymakamı Mehmed Kemal Bey’in Yargılanması, KÖKSAV Yayınları, Ankara 1999.



28. Binark, İsmet, Ermeniler’in Türkler’e Yaptıkları Mezâlim ve Soykırımın Arşiv Belgeleri, TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu, Yayın No: 92, Ank. 2001.



29. Cemal Paşa, Hatıralar, Bugünkü Türkçe’ye çeviren ve tamamlayan: Behçet Cemal, Çağdaş Yayınları, İstanbul 1977.



30. Cöhce, Salim, “Osmanlı Ermeni Toplumunda Siyasallaşma Çabaları,” Ermeni Araştırmaları, Sayı: 8 (Kış 2003), s. 37-67; Ayrıca bkz., Ermeni Araştırmaları 1. Türkiye Kongresi Bildirileri, I. Cilt, Yayına Hazırlayanlar: Şenol Kantarcı, Kamer Kasım, İbrahim Kaya, Sedat Laçiner, ASAM-Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Yayınları, Ankara 2003, s.269-292.



31. Çalık, Ramazan, Alman Kaynaklarına Göre II. Abdülhamid Döneminde Ermeni Olayları, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2000.



32. Çaycı, Abdurrahman, Türk-Ermeni İlişkilerinde Gerçekler, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2000.



33. Çelik, Hüseyin, Görenlerin Gözüyle Van’da Ermeni Mezalimi, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yayınları, Ankara, tarihsiz.



34. Çiçek, Kemal, “Türk-Ermeni Anlaşmazlığının Siyasi Kökenleri: Tehcir ve Dönüş Üzerine Yaklaşımlar”, Teori, Sayı: 183 (Nisan 2005), s. 67-82.



35. __________, “Amerikan Ermeni Derneklerinin Lozan Görüşmeleri Esnasındaki Faaliyetleri”, 80. Yılında 2003 Penceresinden Lozan Sempozyum Bildirileri (6 Ekim 2003, Ankara), Ankara 2005, s. 119-141.



36. Demirel, Muammer, Birinci Dünya Harbinde Erzurum ve Çevresinde Ermeni Hareketleri (1914-1918), Gnkur. Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara 1996.



37. Demiroğlu, Faiz, Van’da Ermeni Mezâlimi (1895-1920, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 1985.



38. Deveci, Yıldız, “Bir Başka Açıdan Ermenilerde Din”, Ermeni Araştırmaları, Sayı: 14-15 (Yaz-Sonbahar 2004), s. 115-130.



39. Dış Basında Sözde Ermeni Soykırımı İddiaları Değerlendirmesi (1998-2000), Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü Yayını, Ankara 2000.



40. Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi, Ermeni İddiaları ve Tarihi Gerçekler (On Soru-On Cevap, Orly Saldırısı Davası, Amerikalı Bilimadamlarının Açıklamaları), Ankara 1998.



41. __________, Armenian Claims and Historical Facts (Ten Questions-Ten Answers, The Orly Trial, Declaration Made by American Academicians) Center for Strategic Research, Ankara 1998.



42. __________, Allegations Armeniennes et Faits Historiques (Dix Questions-Dix Reponses, Proces de l’Attentat d’Orly, Declaration des Unuversitaires),Centre de Recherches Strategiques, Ankara 1998.



43. __________, Armenian Atrocities (A Compilation of Views), Ministry of Foreign Affairs, Ankara 1999.



44. Efsane ve Gerçekler: Türk-Ermeni İlişkileri, Haz., Azmi Süslü, Hüsamettin Yıldırım, Birgül Gündüz, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2001.



45. Elekdağ, Şükrü, “The Armenian Question”, Ermeni Araştırmaları, Sayı: 1 (Mart-Nisan-Mayıs), Ankara 2001, s. 70-84.



46. Ercan, H. Yavuz, Kudüs Ermeni Patrikhânesi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1988.



47. __________, Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslimler: Kuruluştan Tanzimat’a Kadar Sosyal, Ekonomik ve Hukuki Durumları,Turhan Kitabevi, Ank 2001.



48. Ermeni Sorunu El Kitabı, Haz., Şenol Kantarcı, Kamer Kasım, İbrahim Kaya, Sedat Laçiner, ASAM Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Yayınları, Ank 2002.



49. Eroğlu,Mecbure,Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Arşivinden Rusça Belgelere Göre Ermeni Meselesi,KÖK Sosyal ve Stratejik Araştırmalar Serisi,Ank 1999.



50. Eyicil, Ahmet, Osmanlı’nın Son Döneminde Maraş’ta Ermeni Siyasî Faaliyetleri, Ankara 1999.



51. Feigl, Erich, A Myth of Terror: Armenian Extremism: Its Causes and Its Historical Context: An Illustrated Exposâe, Edition Zeitgeschichte-Freilassing, Salzburg, Austria, 1986.



52. __________, Bir Terör Efsanesi, Türkçe trc., Füsun Ant, Milliyet Yayınları, İstanbul 1987.



53. Gazigiray, A. Alper, Osmanlılardan Günümüze Kadar Vesikalarla Ermeni Terörünün Kaynakları, Gözen Yayınları, İstanbul 1982.



54. Göyünç, Nejat, Osmanlı İdaresinde Ermeniler, Gültepe Yayınları, İstanbul 1983.



55. Gürün, Kâmuran, Ermeni Dosyası, Üçüncü Baskı, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1985.



56. __________, The Armenian File: The Myth of Innocence Exposed, Published jointly by K.Rustem & Brother and Weidenfeld & Nicolson Ltd., London 1985.



57. Halaçoğlu, Yusuf, Ermeni Tehciri ve Gerçekler (1914-1918) , Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2001.



58. __________, Facts on the Relocation of Armenians (1914-1918), Turkish Historical Society Printing House, Ankara 2002.



59. __________, Ermenilerin Suriye’ye Nakli: Sürgün mü, Soykırım mı, Belgeler, Ankara Ticaret Odası (ATO), Ankara 2005.



60. Hocaoğlu, Mehmed, Arşiv Vesikalarıyla Tarihte Ermeni Mezâlimi ve Ermeniler, ANDA Dağıtım, İstanbul 1976.



61. Hüseyin Nâzım Paşa, Ermeni Olayları Tarihi, C. I-II, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara 1994.



62. İlter, Erdal, Ermeni Meselesi’nin Perspektifi ve Zeytûn İsyânları (1780-1915), Genişletilmiş 2.Baskı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ank 1995.



63. __________, Ermeni Propagandasının Kaynakları, Kamu Hizmetleri Araştırma Vakfı Yayınları, Ankara 1994.



64. __________, Ermeni Kilisesi ve Terör, A. Ü. Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayınları, Ankara 1996.



65. __________(Yay.Haz.), Ermeni ve Rus Mezâlimi (1914-1916) (Tanık İfadeleri), İkinci Baskı: KÖKSAV Yayınları, Ankara 1999.



66. __________, “Ermenistan Adı, Ermenilerin Menşei ve Bazı Ermeni İddiaları Üzerine”, Ermeni Araştırmaları, Sayı: 6 (Yaz 2002), s. 24-34.



67. __________, “Ermeni İstekleri Karşısında Millî Teşekküllerin Tutumu (1919-1922)”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Dergisi, Sayı: 27-28 (Mayıs-Kasım 2001), Ankara 2004, s. 299-319.



68. Kalafat, Yaşar, “Türk-Ermeni Kültür İlişkilerinde Mitolojik Boyut,” Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim: Özel Sayı: Tarihten Bir Kesit, Sayı:38/Nisan 2003



69. __________, Türk-Ermeni İlişkilerinde Siyasi ve Kültürel Boyut,” Ermeni Araştırmaları, Sayı: 12-13 (Kış 2003-İlkbahar 2004), s.59-92.



70. Kantarcı, Şenol, Amerika Birleşik Devletleri’nde Ermeniler ve Ermeni Lobisi, ALFA AKADEMİ Basım Yayım Dağıtım Ltd. Şti., İstanbul 2004.



71. __________, Ermeni Sorunu: Pencereden Bakmak Ya Da Manzaranın Bütününü Görmek, Süleyman Demirel Üniversitesi Yayın No: 54, Isparta 2005.



72. Karabekir, Kâzım, Soykırım Yalanı: Ermeni Mezâlimi, 1917-20 Arasında Erzincan’dan Erivan’a, 6. Baskı, Emre Yayınları, İstanbul 2005.



73. Karaca, Taha Niyazi, Ermeni Sorununun Gelişim Sürecinde Yozgat’ta Türk-Ermeni İlişkileri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2005.



74. Karacakaya, Recep, Türk Kamuoyu ve Ermeni Meselesi (1908-1923), Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul 2005.



75. Kılıç, Davut, Osmanlı İdaresinde Ermeniler Arasındaki Dinî ve Siyasî Mücadeleler, 2. Baskı: ASAM Yayınları, Ankara 2000.



76. Kılıç, Selami, Ermeni Sorunu ve Almanya (Türk-Alman Arşiv Belgeleriyle), Kaynak Yayınları, İstan-bul 2003.



77. Kırzıoğlu, M. Fahrettin, Kars İli ve Çevresinde Ermeni Mezâlimi (1918-1920) , Kars Turizm ve Tanıt-ma Derneği Yayınları, Ankara 1970.



78. Kıyasî, Cafer-Bozyel, İbrahim, Ermeni Kültür Terörü, Iğdır Azerbaycan Türk Kültürünü Tanıtma Derneği Yayınları, Ankara 1996.



79. Kocahanoğlu, Osman Selim, İttihat-Terakki’nin Sorgulanması ve Yargılanması (1918-1919): Beşinci Şube Tahkikatı, Teşkilât-ı Mahsusa, Ermeni Tehciri, Divan-ı Harb-i Örfi Muhakemâtı, Temel Yayınları, İstanbul 1998.



80. Koçaş, Sadi, Tarihte Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkileri, İlâveli dördüncü Baskı: KASTAŞ Tarihi Araştırmalar Dizisi, İstanbul 1990.



81. Kodaman, Bayram (Çev.), Türkler-Ermeniler ve Avrupa, Ankara 1994.



82. __________, Ermeni Macerası (Tarihi ve Siyasi Bir Değerlendirme), Süleyman Demirel Üniversitesi Yayınları, Isparta 2001.



83. Konukçu, Enver, Ermeniler’in Yeşilyayla’daki Türk Soykırımı (11-12 Mart 1918), Atatürk Üniver-sitesi Rektörlüğü Yayınları, Ankara 1990.



84. Korkmaz, Ramazan, Genel Olarak Ermeni Sorunu ve Canlı Kaynaklardan Çıldır’da Yapılan Ermeni Mezalimi, KÖK Yayınları, Ankara 1990.



85. Köni, Hasan, “Günümüzde Ermeni Sorunu ve Çözüm Yolları”, Uluslararası Türk-Ermeni İlişkileri Sempozyumu, Bildiriler, İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü, İstanbul 2001, s. 441-452.



86. Küçük, Abdurrahman, Ermeni Kilisesi ve Türkler, Ocak Yayınları, Ankara 1997.



87. Küçük, Cevdet, Osmanlı Diplomasisinde Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkışı, 1878-1897, İ. Ü. Edebi-yat Fakültesi Yayınları, İstanbul 1984.



88. Kürkçüoğlu, Erol, “Rus Emperyalizmi ve Ermeni Taşeronluğu”, Iğdır “Tarihi Gerçekler ve Ermeniler” Uluslar arası Sempozyumu, Ankara 1997,



89. __________, “Tarihi Süreçte Selçuklu-Ermeni İlişkileri,” Ermeni Araştırmaları 1. Türkiye Kongresi Bildirileri, I. Cilt, Yayına Hazırlayanlar: Şenol Kantarcı, Kamer Kasım, İbrahim Kaya, Sedat Laçiner, ASAM-Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Yayınları, Ankara 2003, s.335-341.



90. Laçiner, Sedat-Kantarcı, Şenol, Ararat: Sanatsal Ermeni Propagandası, ASAM-Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Yayını, Ankara 2002.



91. Laçiner, Sedat, Türkler ve Ermeniler: Bir Uluslararası İlişkiler Çalışması, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2004.



92. Lewy, Guenter, “Revisiting the Armenian Genocide”, The Middle East Quarterly, Volume XII, Number 4 (2005).



93. Lowry, Heath W., “19. ve 20. Yüzyıl Ermeni Terörizmi: Devamlılık Bağı”, Uluslararası Terörizm ve Uyuşturucu Madde Kaçakçılığı, Ankara 1984



94. __________, The Story Behind Ambassador Morgenthau’s Story, The Isis Press, İstanbul 1990.



95. __________, Büyükelçi Morgenthau’nun Öyküsü’nün Perde Arkası, Türkçe trc., Belkıs Torfilli, İsis Yayımcılık Ltd., İstanbul 1991.



96. Lütem, Ömer E., “Güncel Boyutuyla Ermeni Sorunu,” Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim: Özel Sayı: Tarihten Bir Kesit, Sayı: 38 (Nisan 2003)



97. __________, “Türkiye’nin Ermenistan, Ermenistan’ın Türkiye Politikası,” Ermeni Araştırmaları 1. Türkiye Kongresi Bildirileri, II. Cilt, Yayına Hazırlayanlar: Şenol Kantarcı, Kamer Kasım, İbrahim Kaya, Sedat Laçiner, ASAM-Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Yayınları, Ankara 2003, s. 283-286.



98. Maleville, Georges de, La Tragédie Arménienne de 1915, Editions Lanore, Paris 1988.



99. __________, Sözde Ermeni Trajedisi, Türkçe trc.: Galip Üstün, Yılmaz Yayınları, İstanbul 1991.



100. Mazıcı, Nurşen, Uluslararası Rekabette Ermeni Sorunu’nun Kökeni, 1878-1920, Pozitif Yayınları, 2. Baskı: İstanbul 2005.



101. __________, ABD’nin Güney Kafkasya Politikası Olarak Ermenistan Sorunu (1919-1921), Pozitif Yayınları, İstanbul 2005.



102. McCarthy, Justin, Müslümanlar ve Azınlıklar: Osmanlı Anadolusu’nda Nüfus ve İmparatorluğun Sonu, çev., Bilge Umar, İnkılâp Kitabevi Yayın San. Ve Tic.A.Ş., İstanbul 1998.



103. __________, Ölüm ve Sürgün: Osmanlı Müslümanlarına Karşı Yürütülen Ulus Olarak Temizleme İşlemi, 1821-1922, çev., Bilge Umar, İnkılâp Kitabevi Yayın San. ve Tic. A.Ş., İstanbul 1998.



104. __________, and Carolyn, Turks and Armenians: A Manual on the Armenian Question, Assembly of Turkish American Association, Wash. 1989.



105. __________, Kurbanlar ve Şefkatli İnsanlar, Süleyman Demirel Üniversitesi Yayını, Isparta 2001.



106. __________, “Ermeni İsyanları ve Osmanlılar”, Ermeni Araştırmaları, Sayı: 16-17 (Kış 2004-İlkbahar 2005), s. 82-108.



107. __________, “The Armenian Uprising and The Ottomans,” Review of Armenian Studies, Volume: 2, No. 7-8 (2005), s. 50-73.



108. Münir Süreyya Bey, Ermeni Meselesinin Siyasî Tarihçesi (1877-1914), Devlet Arşivleri Genel Müdür-lüğü Yayını, Ankara 2001.



109. Norman, C. B., Ermenilerin Maskesi Düşüyor (The Armenians Unmasked), Edited by Yavuz Ercan, A.Ü. Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayınları, Ankara 1993.



110. Orel, Şinasi-Yuca, Süreyya, Ermenilerce Talât Paşa’ya Atfedilen Telgrafların Gerçek Yüzü, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1983.



111. __________, Affaires Arméniennes les “Telegrammes” de Talât Pacha, Fait historique ou fiction?, Triangle, Paris 1986.



112. Orly Saldırısı Davası (19 Şubat-2 Mart 1985), Şahit ve Avukat Beyanları, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara 1985.



113. Osmanlı Devleti, Aspirations et Agissements Révolutionnaires des Comités Arméniens avant et après la proclamation de la Constitution Ottomane, Constantinople 1917.



114. __________, Ermeni Komiteleri’nin Âmâl ve Harekât-ı İhtilâliyyesi: İ’lân-ı Meşrûtiyyet’den Evvel ve Sonra, Matbaa-i Orhaniye, İstanbul 1332 (1916



115. __________, The Turco-Armenian Question:Turkish Point of View, The National Congress of Turkey, Constantinople 1919.



116. Osmanlının Son Döneminde Ermeniler, TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, Ankara 2002.



117. Öke, Mim Kemal, Ermeni Meselesi (1914-1923), 2. Baskı: Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1991.



118. __________, The Armenian Question (1914-1923), Published by K. Rustem & Brother, Oxford 1988.



119. Özdemir, Hikmet- Çiçek, Kemal-Turan, Ömer-Çalık, Ramazan-Halaçoğlu, Yusuf, Ermeniler: Sürgün ve Göç, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2004.



120. Özdemir, Hikmet, Talat Paşa Cinayeti, Başkent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi, Ankara 2005.



121. __________, Arnold Toynbee’nin Ermeni Sorununa Bakışı, Türkiye Bilimler Akademisi Forumu, Ankara 2005.



122. __________, “Ermenilerin Uyrukluk Sorunu,” 80. Yılında 2003 Penceresinden Lozan Sempozyum Bildirileri (6 Ekim 2003, Ankara), Ankara 2005,



123. Özkaya, İnayetullah Cemal, Le Peuple Arménien et les Tentatives de Réduire le Peuple Turc en Servitude, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi Yayınları, İstanbul 1971.



124. Sakarya, İhsan, Belgelerle Ermeni Sorunu, 2. Baskı, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Askeri Tarih Yayınları, Ankara 1984.



125. Saray, Mehmet, Ermenistan ve Türk-Ermeni İlişkileri, İstanbul Üniversitesi Rektörlük Yayını, İstanbul 2003.



126. __________, “Ermenilerin İddiaları ve Tarihî Gerçekler”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı: 59 (Temmuz 2004), s. 325-334.



127. Sarınay, Yusuf, “Fransa’nın Ermenilere Yönelik Politikasının Tarihi Temelleri (1878-1918),” Ermeni Araştırmaları, Sayı: 7 (Sonbahar 2002), s. 55-70.



128. Seki, Yusuf, Dış Basında Ermeni Meselesi (1999-2003), Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü Yayını, Ankara 2004.



129. Selvi, Haluk, Birinci Dünya Savaşı’ndan Lozan’a Ermeni Sorunu, Gözden Geçirilmiş İkinci Baskı, Sakarya Üniversitesi Rektörlüğü Yayını, Sakarya 2004.



130. Sevim, Ali, Genel Çizgileriyle Selçuklu-Ermeni İlişkileri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1983.



131. Sevinç, Necdet, Arşiv Belgeleriyle Tehcir: Ermeni İddiaları ve Gerçekler, Avrasya-Bir Vakfı Yayınla-rı, Ankara 2003.



132. Seyfeli, Canan, İstanbul Ermeni Patrikliği (Kuruluşu ve Tarihten Günümüze İdari Yapısı), Aziz Andaç Yayınları, Ankara 2005.



133. Sezgin, Mahmut Niyazi, Ermenilerde Din, Kimlik ve Devlet: Ermeni Sorununa Ermeni Milli Kimliği Açısından Bakış, Platin Yayınları, Ankara 2005.



134. Shaw, Stanford J., “The Armenian Legion and Its Destruction of the Armenian Community in Cilicia”, The Armenians in the Late Ottoman Period, The Council of Culture, Arts and Publications, Ankara 2001, s. 155-206.



135. __________, “Ermeni Lejyonu ve Kilikya’daki Ermeni Topluluğunu Tahribatı”, Osmanlı’nın Son Döneminde Ermeniler, TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, Ankara 2002, s. 149-194.



136. Solmaz, Gürsoy, Yaşayanların Dilinden Erzurum-Sarıkamış-Kars’ta Ermeni Zulmü (1918-1920), Yüzüncü Yıl Üniversitesi Yayınları, Van 1995.



137. Sonyel, Salâhi R., Displacement of the Armenians, Documents / Le Deplacement des Populations Arméniennes Documents / Ermeni Tehciri ve Belgeler, Baylan Matbaası, Ankara 1978.



138. __________, Armenian Terrorism: A Menace to the International Community, Cyprus Turkish Association Publications, London 1987.



139. __________, The Ottoman Armenians: Victims of Great Power Diplomacy, Published by K. Rustem & Brother, London 1987.



140. __________, Minorities and the Destruction of the Ottoman Empire, Publications of Turkish Historical Society, Ankara 1993.



141. __________, Turkey’s Struggle for Liberation and the Armenians, Center for Strategic Research (SAM), Ankara 2001.



142. Süslü, Azmi (Der.), Ruslara Göre Ermenilerin Türklere Yaptıkları Mezalim, A.Ü. Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Ankara 1987.



143. __________, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları, Ankara 1990.



144. __________, Öğün, G.- Serdar, M. Törehan (Haz.), Van, Bitlis, Muş ve Kars’taki Ermeni Katliâmları-Gazilerle Mülâkat, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Yayınları, Ankara 1994.



145. Şahin, Recep, Tarih Boyunca Türk İdarelerinin Ermeni Politikaları, Ötüken Neşriyat A.Ş., İstanbul 1988.



146. Şaşmaz, Musa, British Policy and the Application of Reform for the Armenians in Eastern Anatolia, 1877-1897,Turkish Historical Society, Ank.2000.



147. Şıhaliyev, Emin Arifoğlu, Türkiye ve Azerbaycan Açısından Ermeni Sorunu, Türk Kültür ve Eğitim Norm Geliştirme Vakfı Yayını, Ankara 2002.



148. Şıracıyan, Arşavir, Bir Ermeni Teröristin İtirafları, Kastaş Yayınevi, İstanbul 1997.



149. Şimşir, Bilâl N., Malta Sürgünleri, Milliyet Yayınları, İstanbul 1976.



150. __________, The Genesis of the Armenian Question, Ankara, Turkish Historical Society, 1982.



151. __________(Ed.), British Documents on Ottoman Armenians (İngiliz Belgelerinde Osmanlı Ermenile-ri), C. I: 1856-1880; C. II: 1880-1890; C. III: 1891-1895; C.IV:1895; Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1982-1990.



152. __________, The Deportees of Malta and the Armenian Question, Foreign Policy Institute, Ankara 1984.



153. __________(Ed.), Documents Diplomatiques Ottomans Affaires Arméniennes , C. I: 1886-1893; C. II: 1894-1895; C. III: 1895-1896; C. IV: 1896-1900; Publications de la Societe Turque d’Histoire, Ankara 1985-1999.



154. __________, Osmanlı Ermenileri, Bilgi Yayınevi, Ankara 1986.



155. __________, Şehit Diplomatlarımız, Bilgi Yayınevi, 2 Kitap, Ankara 2000.



156. Tacar, Pulat Y., “Hukukî ve Siyasî Boyutuyla Ermeni Sorunu: Ermeniler Soy Kırımına Uğratıldı mı?”, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim: Özel Sayı: Tarihten Bir Kesit, Sayı: 38 (Nisan 2003), s. 34-37.



157. __________, “Ermenilerin Soykırımı Savının Oluşturduğu Gerginliğin Çözümü İle İlgili Hukuki ve Siyasal Öneriler,” Ermeni Araştırmaları 1. Türkiye Kongresi Bildirileri, II. Cilt, Yayına Hazırlayan-lar: Şenol Kantarcı, Kamer Kasım, İbrahim Kaya, Sedat Laçiner, ASAM-Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Yayınları, Ankara 2003, s.221-255.



158. Talât Paşa’nın Hâtıraları, neşr., Enver Bolayır, Güven Yayınevi, İstanbul 1946.



159. Terzioğlu, Arslan, “İttihat ve Terakki İleri Gelenlerinin Mektup ve Yazılarında Talat Paşa’nın 15 Mart 1921’de Berlin’de Öldürülmesi”, Ermeni Araştırmaları 1. Türkiye Kongresi Bildirileri, I. Cilt, Yayına Hazırlayanlar: Şenol Kantarcı, Kamer Kasım, İbrahim Kaya, Sedat Laçiner, ASAM-Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Yayınları, Ankara 2003, s. 261-266.



160. __________, “Yerli ve Yabancı Kaynaklar Işığında İttihat-Terakki İleri Gelenlerinin Öldürülmesi ve Ermeni Tehciri Meselesi”, Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi, Sayı: 222 (Haziran 2005), s. 42-52.



161. The Armenians in the Late Ottoman Period (Osmanlı’nın Son Döneminde Ermeniler), Edited by Türkkaya Ataöv, The Turkish Historical Society for The Council of Culture, Arts and Publications of The Grand National Assembly of Turkey, Ankara 2001.



162. Tosun, Ramazan, Ermeni Meselesi Çerçevesinde Kayseri’de Ermeni Olayları, Erciyes Üniversitesi Kayseri ve Yöresi Tarih Araştırmaları Merkezi Yayınları No.: 2, Kayseri 1997.



163. Türk Ermenileri’nden Gerçekler / Facts from the Turkish Armenians / Realites Exprimees par les Arméniens Turcs, Jamanak Yayınları, İstanbul 1980.



164. Türk Tarihinde Ermeniler (Temel Kitap), haz., A. Süslü, F. Kırzıoğlu, R.Yinanç, Y. Hallaçoğlu, Kars Kafkas Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları, Ankara 1995.



165. Türkmen, Fikret, Türk Halk Edebiyatının Ermeni Kültürüne Tesiri, Akademi Kitabevi, İzmir 1992.



166. Türközü, H. Kemal (Haz.), Osmanlı ve Sovyet Belgeleriyle Ermeni Mezâlimi, 3. Baskı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara 1995.



167. Uluslararası Terörizm ve Uyuşturucu Madde Kaçakçılığı, A.Ü. Basın-Yayın ve Halkla İlişkiler Mü-dürlüğü Yayınları, Ankara 1984.



168. Uras,Esat, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Ankara 1950.



169. __________, The Armenians in History and the Armenian Question, Documentary Publications, İstanbul 1988.



170. Uzundere, Ali Eşref, Iğdır Oba Köyü Kazısı ve Ermeni Mezalimi, Bursa 1997.



171. Yavuz, Nurcan, İşgâl ve Mezâlimde Erzincan, Erzincan Belediyesi Yayınları, Ankara 1995.



172. Yıldırım, Hüsamettin, Ermeni İddiaları ve Gerçekler, Sistem Ofset Yayınları, Ankara 2000.



173. Yılmaz, Durmuş, Fransa’nın Türkiye Ermenilerini Katolikleştirme Siyaseti, S.Ü. Vakfı Yayınları, Konya 2001.



174. Yurtsever, Cezmi, Ermeni Terör Merkezi: Kilikya Kilisesi, İstanbul 1983.



175. __________, Kamavorlar: Fransa’nın Çukurova’yı İşgali ve Katliamlar, Adana 2003.



176. Yüceer, Saime (ed.), Ermeni Sorunu ve Bursa Ermenileri, Uludağ Üniversitesi Yayınları, Bursa 2000.











- Ataöv, Türkkaya, Ermeni Sorunu: Bibliyografya, A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara 1981.



- İlter, Erdal, Türk-Ermeni İlişkileri Bibliyografyası / Bibliyography of Turco-Armenian Relations, Genişletilmiş 3. Baskı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2004.



- Nersessian, V. N., A Bibliography of Articles on Armenian Studies in Wertern Journals, 1869-1995, Richmond: Curzon Pres, 1997.



- Salmaslian, Arménag, Bibliographie de l’Arménie, 2nd edition: Erevan 1969.



- Tekeyan, Bedros A., Bibliography of Cilician Armenia, 1500-2000, Canada 2001.



* * Ermeni Araştırmaları Enstitüsünden Alınmıştır.

Atatürk Dönemi Tarih Çalışmaları ve Öğretimi

ATATÜRK DÖNEMİ TARİH ÇALIŞMALARI VE ÖĞRETİMİ


Prof. Dr. Ramazan TOSUN*



Giriş

Tarih, milletlerin dolayısıyla insanlığın hafızasıdır. İnsanoğlunun bütün faaliyetleri tarihin konusu içerisine girer. “ Tarih ilmi insanların zaman ve mekân çerçevesinde husule getirdikleri tekâmül hâdiselerini, bunların şuursuz iptidaî hallerinde, tabiat eserleri yahut mâşeri bir vücudun fertleri ve toplulukları sıfatıyla yaptıkları fiillerinde tecelli eylemeleri itibariyle ; ve mâşeri hayatında mevzuu bahis ayrı hallerde rol ve ehemmiyetleri tayin ve tesbit edilen psikofizik âmillerin teşkil ettiği illî bağlılıklar çerçevesinde tetkik tasvir eder.” [1]



Tarih, bize geçmişteki olayların nasıl cereyan ettiğini öğreterek hali, dolayısıyla kendimizi ve insanlığı tanıtır, böylece geleceğin nasıl olabileceğine dair ipuçları verir. Tarih öğretimi, “yurt sevgisinin beslenmesine yarayan en mühim amildir.”[2] Tarih ilmi kişiye, içinde yaşadığı toplum ile canlı irtibatı olmazsa bir hiç olduğu gerçeğini telkin eder.



Tarih insanlara sağladığı ahlakî faydanın yanında pratik faydalar da temin eder. İnsanlar tarih sayesinde kendi tecrübelerinin yanında önceki nesillerinkinden de faydalanırlar. “Bir insan kendi hayatının sonlarına doğru nasıl bir kıymet teşkil ediyorsa tekmil beşeriyetin tarihinden elde edilmiş tecrübelerden istifade eden insaniyet de böyledir.” [3] Bu tecrübe aynı zamanda “çağdaş değerlerin daha iyi takdir edilmesine imkân sağlar.”[4]



Kısacası, “Tarih ilminin kıymet ve mahiyetini anlayan, onu rasyonel ve metodik bir surette vesaik üzerinde işleyip bu yolda kendi mesaisini diğer milletlere de tanıtabilen milletler reşid ve olgun milletlerdir.Tarih tetkikinde kemale ermek milletlerin ve cemiyetlerin kemalini ölçmekte mi’yar olmuştur.”[5]



Tarihe baktığımız zaman, tarih şuuru, dolayısıyla millî şuurun zayıf olduğu dönemlerde hem siyasî, hem de sosyal alanlarda meselelerin hat safhaya çıktığını görüyoruz. Tarih şuuru olmayan aydın ve devlet ricali varlık sebebi olan milletine yabancılaşmış, başka kültürlerin, dolayısıyla milletlerin etkisine girmiş, kendisine güven duygusunu kaybetmiştir. Kendisine güven duygusunu kaybeden aydının milletine hizmet etmesi, yol göstermesi mümkün değildir.



a. Atatürk’ün Tarih Görüşü ve Türk Tarih Tezi



Tarihimiz, insanlık tarihi kadar eski olmasına rağmen, Atatürk’e kadar gerektiği gibi araştırılıp ortaya konulamamıştır. Osmanlı döneminde diğer birçok sosyal ilimlerde olduğu gibi tarihte de yeterli gelişme olmamıştır. Tarihimiz gerektiği gibi araştırılıp, öğretilemediği için insanımıza tarih şuuru da verilememiştir. Bu ise hızla ilerleyen ve bu gelişmeyi geri kalmış toplumları ezmek için kullanan Batılı toplumlar karşısında bir eziklik, kendisine güvensizlik yaratmıştır. Oysa Batı dünyası aynı dönemlerde Türk devletini, milletini ve ülkesini hedef alan yoğun bir karalama kampanyasına girişmiştir.



Batılılara göre; Türkler medenî kabiliyete sahip değillerdir. Medenî olamadıkları gibi medeniyet düşmanıdırlar. Sarı ırka mensup olan Türkler, fethettikleri yerlerdeki medeniyetleri yıkmışlardır. Ayrıca, Türklerin yaşadıkları topraklar kendilerine ait değildir.



Batının önyargılarla ileri sürdüğü bu iddiaların bir kısmı ülkemizde de tesirini göstermiştir. “Türkiye’de tarih araştırmaları gelişmiş bulunmadığı ve tarih yazarlarımızdan büyük bir kısmı Avrupa tarihlerinden tercümeler yaparak, Tarih kitabı yazdıkları için, Türklerin ikinci nevi bir insan tipi olduğu yolundaki yanlış bilgiler memleketimizi de istila etmiş bulunuyordu.”[6] Bu önyargılı iddialara cevap verebilmek, söz konusu görüşlerin yarattığı olumsuzlukları ortadan kaldırabilmek için tarihimizin en ince ayrıntılarına kadar araştırılması ve öğretilmesi lâzımdır.



Tabii ki Atatürk, millî tarihimizin araştırılıp öğretilmesine sadece söz konusu iddialara cevap vermek amacıyla önem vermiş değildir. Millî heyecanın ancak millî tarih şuuru ile kuvvetlenebileceğini bilen Atatürk, “iktisadî ve siyasî istiklâle kavuşturduğu milletini manevî istiklâle de kavuşturmak için bu memlekette tarih araştırmalarının gelişmesine büyük önem” vermiştir.[7]



Atatürk, son yüzyıllarda Türk milletinin geçirdiği badireler sonucunda oluşan kendine güvensizlik duygusunu ortadan kaldırmanın yegane yolu olarak millî tarih şuurunun canlandırılması gerektiğini, “Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.”



“Türk kabiliyet ve kudretinin tarihteki başarıları meydana çıktıkça, büsbütün Türk çocukları kendileri için lâzım gelen hamle kaynağını o tarihte bulabileceklerdir. Bu tarihten Türk çocukları, istiklâl fikrini kazanacaklar, o büyük başarıları düşünecekler, harikalar yaratan adamları öğrenecekler, kendilerinin aynı kandan olduklarını düşünecekler ve bu kabiliyetle kimseye boyun eğmeyeceklerdir.”[8] sözleriyle ortaya koymuştur.



Atatürk, ilmî esaslara göre Türk Tarihinin araştırılması ve ortaya çıkan sonuçların öğretilmesi çalışmalarını bizzat başlatmıştır. “Atatürk’ün bu çalışmaları üç noktaya yönelmiştir. Birincisi, Türk ve Dünya tarihini eski, yanlış, ideolojik yaklaşımlardan kurtarmak. İkincisi, dünya medeniyetine Türk medeniyetinin yapmış olduğu katkıları ortaya çıkarmak. Üçüncüsü ise, Türk tarihini ilmî metotlarla modern, orijinal bir tarih haline getirmektir.”[9] Araştırma yapılırken gerçeklere riayet edilmesi gerektiğini; “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanı şaşırtacak bir mahiyet alır” sözleriyle belirtmiştir.[10]



Atatürk’ün Türk Tarih Tezi’nde araştırılmasını işaret ettiği hususlar şunlardır :



1. Türkler, brakisefal ve beyaz ırktandır. Beyaz ırkın anayurdu ise Orta Asya’dır.



Orta Asya medeniyetin beşiğidir. Medeniyet ilk olarak Orta Asya’da ortaya çıkmış ve dünyayı etkilemiştir. “Büyük Devletler kuran ecdadımız büyük ve şumüllü medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için bir borçtur.” [11]



2. Türkiye’nin en eski halkı kimlerdir ? Burada ilk medeniyet kimler tarafından kurulmuştur ?



3. Türklerin İslâm Tarihi ve Medeniyetine katkıları nelerdir ?



4. Osmanlı Devleti’nin kuruluşu ile ilgili iddialar araştırılıp, hakikat ortaya çıkarılmalıdır.



Bu konularda ilmî metotlarla araştırma yapmak, araştırmaları organize etmek üzere Türk Tarihini Tetkik Cemiyeti kurulmuştur. Atatürk, Türk Tarihi’nin araştırılması ve yazılmasının bir müessese tarafından yürütülmesini istediği için 23 Nisan 1930 tarihinde toplanan Türk Ocakları’nın 6. Kurultayında Ocak kanununa , “Türk tarih ve medeniyetini ilmî bir surette tetkik ve tetebbu eylemek vazifesiyle mükellef olmak üzere bir Türk Tarih Heyeti teşkil eder” ifadesini ekletmiştir.[12] 15 Nisan 1931 tarihinde ise 3 Ekim 1935’te Türk Tarih Kurumu adını alacak olan Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti kurulmuştur. Cemiyete, Atatürk’ün Türk Tarih Tezinde işaret ettiği konuları araştırma görevi verilmiştir.



b. I.Türk Tarih Kongresine Göre Tarih Öğretimi



Tarih Tezindeki konularda araştırma yapmak, ortaya çıkan sonuçları yayınlamak üzere Türk Tarih Kurumu’nun kurulup, çalışmalarına başlamasından sonra 2-11 Temmuz 1932 tarihinde tarih araştırmalarında ve öğretiminde takip edilecek metodun tartışıldığı I. Türk Tarih Kongresi yapılmıştır.



Kongrenin açılış konuşmasını Maarif Vekili Esat Bey yapmış, tarih öğretiminin önemi, Cumhuriyete kadarki tarih öğretimimiz ve kongrenin amaçları hakkında değerlendirmelerde bulunmuştur. Kongrenin amacı ; okullarda ilk defa okutulmaya başlanan dört ciltlik yeni tarih kitabı ile ilgili uygulamaları değerlendirmek, gelecek yıllarda tarih öğretiminde birliği sağlamaktır. “Bu kongreden alacağımız müspet neticelerden Türkiye Cumhuriyeti dahilinde her neviden ve her dereceden bütün mekteplerde ve ilim müesseselerimizde tarih tedrisatı için birlik ve yüksek verim itibariyle en basit, en kolay ve en faydalı yolu göstermesini teemmül ediyoruz. Şüphe yoktur ki millî hars bu suretle kuvvet ve inkişaf bulur.”[13] Vasıf Bey, konuşmasının sonunda tarih öğretiminin faydalarından da bahsederek, kongreye katılan tarih öğretmenlerine yol göstermiştir. “Ana baba ocağında olduğu gibi mektep sıralarında da çocuklarımızın dimağlarında ve kalplerinde sarsılmaz bir kanaat ve iman halinde yerleşmesi lâzım gelen Cumhuriyet devri ahlâk ve terbiye telâkkilerinin ve Cumhuriyet sistemimiz esaslarının derin ve şerefli mazimizden kök ve kuvvet aldığını ve ahlâk ve terbiyede millî his, millî ahlâk, millî terbiyenin ve Cumhuriyet sistemimizde millî vahdet ve millî hakimiyetin ve ferdî hak ve hürriyetin esas teşkil eylediğini bu vesile ile de tekrarlamak isterim. Bunlar bizim medenî esaslarla daima tenmiye ve takviye edeceğimiz millî ve tarihî seciyelerimizdir.”[14]



Kongrede, Afet Hanım “Tarihten Evvel ve tarih Fecrinde” başlıklı konuşmayı yapmıştır.Afet Hanım, konuşmasında okullarda okutulmaya başlayan dört ciltlik tarih kitabının birinci cildindeki konular üzerinde durmuş, Orta Asya’nın otokton halkının kim olduğu ve bu halkın medeniyete katkıları nelerdir sorularına cevaplar aramıştır. Batılı araştırmacıların, Orta Asya’nın otokton halkının Türkler olduğu gerçeğini görmemezlikten gelmelerini tenkit eden konuşmacı, bu tür çalışmaların amacının “dünyaya yayılan, o medenî kütlelerinin öz anası olan asıl ırkı, büyük Türk ailesini unutmak ve unutturmaya” çalışmak olduğu ve “Türk ırkı, anayurtlarında, yüksek kültür mertebesine varırken”, Avrupa halkının vahşi ve tamamen cahil bir hayat yaşadığı gerçeğini ifade etmiştir.[15]



Türk Tarihinin ilk dönemlerine ait konuşmalardan birini de Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti Umumî Kâtibi Dr. Reşit Galip Bey yapmıştır. Konuşmasına millî tarihimizin son yıllara kadar ihmal edilmesi ve bunun doğurduğu sonuçları izah ederek başlayan Reşit Bey, Alpli diye adlandırdığı Türk ırkının özelliklerini şu sözlerle belirtmiştir: “Bütün bu tipler içinde ve bütün tarih imtidadınca her gittiği yerde ergeç hâkimiyetini kurarak münevver ve mütefekkir beşeriyetin bugün dahi hayranlığı gittikçe artan bir ruh ile, gittikçe derinleşen bir hürmet ve tazim ile tetkik ve temaşa ettiği büyük medeniyetleri yaratmış olanlar, muasır âlimlerin Alplılar ve bizim daha doğru olarak (Ata Türkler) diye andığımız insanlar, yani kudret ve kabiliyet kaynağı harikalı soyun evlâtlarıdır.”[16]



Reşit Bey’e göre, Türklerin dışındaki ırklar, kendi başlarına değil, Türklerle temasa geldikten sonra medenî mahsuller verebilmişlerdir. Mezopotamya medeniyetinin yerli sayılması imkânsızdır. Bu medeniyetin Samî olmayan, Orta Asya’dan gelen bir ırka aittir. Mezopotamya medeniyetin temsilcisi olan Sümerler Türk ırkındandır.[17]



Türk milletinin gerek İslâm Medeniyetine, gerekse dünya medeniyetine katkılarını ele alan konuşmalardan birini de Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti üyelerinden Şemsettin Bey yapmıştır. Konuşmasının başında Türkler ve Türk Tarihi hususlarındaki yanlış kanaatlere temas ettikten sonra, Leon Kahon’un “Eğer Türklerin himmeti olmasaydı, İslâm medeniyeti o kadar itilâ etmez, o derece vasî iklimlere dağılamazdı” şeklindeki haklı tespitini “Eğer Türkler İslâm camiasına girmemiş olsalardı, İslâm medeniyeti denilen medeniyet vücut bulmaz, o derece inkişaf etmez, o derece vâsi iklimlere dağılmazdı” şeklinde değiştirerek ifade etmiştir.[18] Türklerin, bilhassa Ebu Müslim’den itibaren İslâm dünyasına ve medeniyetine önemli hizmetlerde bulunduklarını geniş şekilde izah eden Şemsettin Bey, bu gelişmelerin Batı medeniyetini de etkilediğini ifade etmiştir. Konuşmasının sonunda yeni nesillerin tarihimizden ilham almaları, tarihimizin bu ilhamı verecek şekilde öğretilmesi gereğini şu sözlerle belirtmiştir:



“Bu velût ve mütekâmil dimağlara varis olan bir millet çocuklarının harikalar yaratmağa namzet olduklarına hiç şüphe edilir mi ? Elverir ki kafaları irfan ve kültür kaynağı olan atalarımız gibi; ilmî metodlara tevfikan, sarsılmaz bir imanla, irfan dünyasını fethe azmetmiş olalım.



Dün, ümitsiz ve perişan Türk’e, ‘Toplan, yürü, zafer ve istiklâl senindir’ diyen lâhutî ses, bugün de bize ve yarınki nesle ‘Mazini hatırla ! Beşeriyete nurlar saçan medeniyeti yaratanlar senin atalarındır.Yürü, senin olan irfan iklimlerini tekrar zaptet !’ emrini veriyor” [19]



Tarih Metodolojisi ve Tarih Öğretimi açısından, Sadri Maksudi Bey’in yapmış olduğu konuşma da çok önemlidir. Konuşmada tarih telâkkileri üzerinde tek tek durulmuş ve “Bugüne kadar muhtelif mütefekkir ve sosyologlar tarafından beşeriyetin içtimaî hayatında ve tarihî inkişafında müessir oldukları ileri sürülmüş âmiller” şöyle sıralanmıştır: Fizikî, coğrafî, ruhî, iktisadî, büyük idealler, büyük şahsiyetler, halk ve fütuhat gibi amiller. [20]



Yukarda bahsedilen amiller tek tek incelendikten sonra şu sonuca varılıyor:



1. Tarihî olaylar tek bir sebep ile izah edilemezler.



2. Tarihin en önemli amilleri; fizikî ve coğrafî amiller, büyük mefkûreler, icat ve taklit, iktisadî amiller ve büyük şahsiyetlerdir.



3. “İktisadî âmil mühim âmillerden biridir. Fakat içtimaî hayatta yegâne âmil değildir. Maddiyeti tarihiye nazariyesinin ilmî esasları sarsılmıştır.”



4. “Bidayette, beşeriyet hayatında bilhassa fizik âmiller müessir olmuştur. Beşeriyet inkişaf ettikçe içtimaî hayatta, manevî âmillerin, mefkûrelerin rolü ziyadeleşmiştir.”



5. “Münkeşif beşeriyet içinde en mühim âmil mefkûredir.İdealdir. Manevî âmillerdir.”



6. Tarihin en mühim amillerinden biri de büyük şahsiyetlerdir. Büyük şahsiyet, yeni mefkûreler ileri süren kişidir. [21]



Birinci Türk Tarih Kongresinde, Tarih Metodolojisi ve Tarih Öğretimi konularında son olarak Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti Başkanı Yusuf Akçura bir konuşma yapmıştır. I. Meşrutiyet Döneminde tarih öğretiminde ciddi eksikliklerin ve sıkıntıların olduğunu belirttikten sonra II. Meşrutiyet ile okullarda serbestçe tarih okutulma imkanının doğduğunu ifade etmiştir.[22]



Hatip konuşmasının devamında Tanzimat döneminde yazılan tarih kitaplarını değerlendirmiştir. “Bu devirde Türkçe yazılan, daha doğrusu Türkçe’ye tercüme olunan umumî tarihlerde, Fransız noktai nazarı tamamen hâkimdir.” Türkçülük fikri de bu dönemde tarih konusunda etkili olamamıştır. Edebiyat ve Edebiyat Tarihi ile bir dereceye kadar meşgul olmasına rağmen “umumî tarih ve Türk tarihiyle esaslı bir surette uğraşamadı. Hele mekteplerde okutulan umumî tarihlere hiçbir ciddî tesiri dokunamadı.”[23]



c. Ders Kitaplarına Göre Tarih Öğretimi



Atatürk’ün direktifi ile okullarda okutulmak üzere dört ciltlik bir ders kitabı yazılmıştır. Söz konusu ders kitabı 1932 ders yılından itibaren okullarda okutulmuş ve baskısı bittikçe konulara yeni gelişmeler de ilave edilerek tekrar basılmıştır.



“Atatürk devri gençliğinin sağlam bir millî şuurla yetişmesinde Türk tarih tezinin işlendiği bu kitapların okutulmasının büyük payı olmuştur.”[24]



Birinci cilt; Türklerin Anayurdu, göçler ve sonuçları ile eski Çin, Hint Mısır, İran ve Anadolu Tarihlerini ele almaktadır.



Tarih; ” insan cemiyetlerinin, zaman ve mekân gösterilerek ve sahih olarak, hayatını, harsını tetkik ve nakleden bir ilimdir.” Tarih, her ilim ve fenden faydalanmak mecburiyetindedir. [25]



Türklerin Anayurdu; Asya’dadır. “Asya, Ege Denizinden, Japon Denizine; Hint Denizinden Şimal Buz Denizine kadar uzanan ulu bir kara parçasıdır.”[26] Türklerin anayurdu Orta Asya ilk medeniyetin beşiğidir.



İkinci cilt ; Orta Asya ve Doğu Avrupa’daki Türk Devletleri, İslâm Tarihi, İlk Müslüman Türk Devletleri, Büyük Selçuklu ve Türkiye Selçukluları tarihlerini ihtiva etmektedir.



Büyük Selçuklu Devleti’nin Tarihteki Yeri :



İlk Müslüman Türk Devletlerinden Karahanlılar ve Gazneliler daha ziyade kuruldukları bölgelerde etkili olmalarına rağmen Selçuklu Devleti kısa sürede Şarkî Türkelinden Marmara ve Akdeniz kıyılarına, Kafkasya’dan Hint Denizi’ne kadar büyük bir Müslüman Türk Devleti şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu dönemde İslâm dünyası mezhep anlaşmazlıkları dolayısıyla Bizans’ın saldırıları karşısında duramayacak kadar zayıflamıştır. Selçuklu Devleti’nin güçlenmesiyle İslâm dünyası da taze hayat bulmuştur. “Anadolu’nun Müslüman Türkler tarafından kat’î olarak fethi, asırlarca süren Haçlılar hücumlarının akim kalması, daha Müslümanlığın zuhûriyle başlayan eski İslâm-Hıristiyan mücadelesinin, uzun bir zaman için, Hıristiyanlığın mağlûbiyetiyle neticelenmesi demekti. İşte bu suretle, büyük Selçuk İmparatorluğu’nun kuruluşu, Ortazaman cihan tarihinin umumî cereyanı üzerinde şiddetle müessir olmuş büyük bir tarihî hâdisedir.”[27]



Üçüncü cilt ; Osmanlı Tarihidir. Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan yıkılışına kadar geniş şekilde ele almıştır.



Osmanlıların Menşeî ve Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu :



Bu ders kitapları kaleme alındığı tarihlerde, Osmanlı Devleti’ni kuran ve “sonradan Osmanlı namını alan Türklerin nereden ve ne zaman Anadolu’ya geldikleri henüz ilmî bir surette tespit edilmiş değildir.” [28]



Mevcut bilgilere göre, Osmanlı Devleti’ni kuran aşiret de, bütün Türkler gibi Orta Asya’dan İran yoluyla batıya ilerleyerek, aşiret reisi Ertuğrul Bey’in emri altında Anadolu’ya gelip yerleşmiştir. Ertuğrul Bey, Anadolu’ya gelince Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubad’dan aşireti için mülk istedi ve kendisine Karacadağ mevkii verildi. Ertuğrul Bey, Söğüt ve Sultanönü’nü fethetti. Kendisinin vefatı üzerine yerine küçük oğlu Osman Bey 1281 yılında uçbeyliğinin başına geçti.[29]



Türkiye Selçukluları iç ve dış sebeplerle günbegün çökerken Osman Bey’in başında bulunduğu Osmanlı Beyliği gelişmeye ve güçlenmeye başlamıştır. Anadolu ve Rumeli’deki fetihlerden sonra nihayet Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’un fethiyle beraber Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşu tamamlanmıştır. [30]



Ayrıca, İstanbul’un fethi ile Rumeli ve Anadolu’daki Türk ülkeleri birleşmiş ve Osmanlı Devleti kuvvetlenerek Avrupa’da ilerlemesi kolaylaşmıştır. “ İstanbul’un Türkler tarafından fethi, aynı zamanda bütün Hıristiyan âleminin Osmanlılara karşı mağlûbiyeti demekti.”[31]



Osmanlı Devleti’nin Duraklaması ve Çöküşü :



Osmanlı Devleti, Kanunî Sultan Süleyman zamanında her sahada inkişafın en yüksek derecesine erişmiştir. Ancak, yine aynı dönemde “devletin içtimaî ve siyasî teşkilâtında tevakkuf ve inhitatı hazırlayan amiller de görünmeğe başlamıştır.” [32]



Osmanlı Devleti’nin duraklama devresine girmesinin başlıca sebepleri şunlardır :



1. Osmanlı Devleti, sınırları genişledikçe daha kuvvetli düşman devletlerle karşı karşıya kalmıştır. Ayrıca, Avrupa XVI. Yüzyıldan itibaren değişmeye başlamış, kuvvetli merkezî devletler kurulmuş, ayrıca Reform ve Rönesans ile önemli bir fikrî değişiklik yaşamıştır.



2. Osmanlı ahalisi mütecanis değildi.



3. Kanunî’den itibaren hem her kademedeki idarecilerde, hem de müesseselerde bozulmalar başlamıştır.



4. Devletin malî sistemi de sıkıntıya girmiştir.[33]



I.Dünya Savaşı ve Osmanlı Devleti’nin Sonu :



II. Meşrutiyet’in ilânı üzerine Osmanlı Devleti’nin devletler arasındaki durumu da değişmiştir. İstanbul’da Alman nüfuzu azalmaya , Genç Türkler daha ziyade İngiltere ve Fransa’ya sempati duymaya başlamışlardır. Ancak bir süre sonra İttihat Terakki Partisi Almanya’ya meyletmiştir. “Balkan Harbinde Balkanlıları İtilâf Devletleri, yani İngiltere, Fransa ve Rusya tutuyordu; Osmanlılara ise İttifakı Müsellesin temeli olan Almanya ile Avusturya muhabbet ve teveccüh gösteriyordu.Balkan Harbi, iki sene sonra patlayacak Cihan Harbinin adeta öncü müsademesi gibi bir şey oldu.”[34]



I. Dünya Savaşı başladığı zaman, Osmanlı Devleti henüz Balkan Savaşlarının yarattığı olumsuzluklardan kurtulabilmiş değildi. Dolayısıyla, savaşa girmekte acele etmek doğru değildi. Ancak, Müttefiklerin hem batı, hem de doğudaki cephelerde durumları kötüye doğru gidiyordu. Almanya bu durumdan kurtulmak için biran önce Osmanlı Devleti’ni savaşa sokmak gayretine girmiştir. Nihayet, Karadeniz’de Osmanlı ve Rus donanmaları arasında cereyan eden bir olay Almanya’nın yanında savaşa girmemizle sonuçlanmıştır. [35]



Dördüncü cilt; iki kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısım “Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu” başlığı altında, Türk Milletinin Yeni Bir Devlet Daha Kurması ve İstiklâl Harbi başlıklı bölümlerden ; ikinci kısım ise “İstiklâl Harbinden Sonra İnkılâp ve Islahat Safhaları” başlığı altında; Lozan’dan Cumhuriyetin Resmen İlânına Kadar, Cumhuriyetin İlânı, Hilâfetin İlgası, Cumhuriyet Devrinde Siyasî Cereyanlar, Dinî, Hukukî İnkılâp ve Islahat, Maarif ve Terbiyede İnkılâp ve Islahat Cereyanları, İktisadî, Malî İnkılâp ve Islahat Cereyanları, Sıhhat, İçtimaî Muavenet İşlerinde Yeni Çığırlar ve İcraat, Türk Ordusu ve Millî Müdafaa konulu bölümlerden müteşekkildir.[36]



Eserin birinci kısmının başlığı “Türk Milletinin Yeni Bir Devlet Daha Kurması”dır. Burada “Beşer tarihinde, Türkler kadar çok ve büyük devletler kuran bir ırk gelmemiştir… Bir Türk devleti tarihe karıştı mı, derhal başka bir veya birkaç Türk devleti hayat sahnesine çıkar.



Büyük Harp sonunda (1918), Osmanlı İmparatorluğu yıkılıp parçalanırken, Türk kudreti yeni bir devlet daha meydana getirdi.”[37] İfadeleriyle Türk Tarihinin devamlılığı, Türk milletinin devlet ve medeniyet kurmadaki kabiliyeti ortaya konmuştur. Devamla, Osmanlı Devleti’nin son dönemindeki gelişmeler, ülkemizin işgali ve bu gelişmeler karşısında Türk milletinin tavrı üzerinde durulmuştur. Amerika Cumhurbaşkanı Vilson tarafından ortaya konulan milliyet prensibi “yalnız mağlup devletlerin kuvvetten düşmesi için tatbik edilerek, İngiltere, Fransa gibi müteaddit milletlere hâkim olan galip imparatorluklara asla teşmil edilmemiştir.Bundan başka mağlup devletlere tatbikinde dahi esasa sadık kalınmayarak büyük devletlerin o andaki menfaatleri gözetilmiştir.”[38]



Bu haksız uygulamalar karşısında Türk milleti tepkisini ortaya koyarak yeni bir Türk Devleti kurmak üzere harekete geçmiştir. Mondros Ateşkes Anlaşması ile Osmanlı Devleti’ni yok eden emperyalist devletler, “aynı darbe ile Türkü de öldürdük sanmışlardı; ve bunda çok yanılmışlardı. Çok kudretli ve yaratıcı Türk milleti, yaralı, yorgun, fakat canlı ve ümitli ayakta duruyordu. Anadolu’da Selçuk Saltanatı yıkılıp dağılınca, ondan daha kuvvetli Osmanlı Saltanatını kuran millet, Osmanlı Saltanatı tarihe karışırken de, ondan daha kuvvetli başka bir devlet, kendi adını taşıyan millî ve muasır bir devlet kurmaya azmetmişti.”[39]



Osmanlı Devleti’nin Parçalanması ve Millî Mücadele’nin Başlaması



Mevcut idareyi ve idarecileri itaat altına almak mümkün olmuştur. Ama binlerce yıldır hür ve müstakil yaşamış, bunca devlet ve medeniyet kurmuş olan Türk milletini mahkum etmek imkânsızdı. Gazi Mustafa Kemal Paşa liderliğinde “zorluklar arttıkça onları istihkar ile başını yükselten bu mağrur ve fedakâr millet, düşmanlarının önüne çıkıp dikildi ve onları Anayurdundan atıncaya kadar oturmadı.”[40]



Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a çıkar çıkmaz milleti ve resmî makamları “millî hakların müdafaası, millî istiklâlin elde edilmesi için mücadeleye davet etti.Türk milletinin ruhunda doğan millî müdafaa emeli, Mustafa Kemal gibi bir dehanın sevk ve idaresi altında vahdet ve intizam ile tahakkuka başlıyordu.”[41]



Yine daha ilk günden itibaren, “teşebbüslerini ve icraatını şahsî mahiyetten çıkarmak, millî müdafaa teşkilâtını hukukî bir esasa istinat ettirerek, bütün milletçe kabul ve itaat edilecek bir hale getirmek için, Türk milletinin mümessillerinden mürekkep bir meclis toplayarak o meclisin mukarreratını esas tutmak istiyordu.”[42]



Mustafa Kemal Paşa, bir taraftan milleti teşkilâtlandırırken, diğer taraftan da Meclis-i Mebusan’ın bir an önce toplanması için girişimlerde bulunmuş ve nihayet Meclis toplanmıştır. Mebuslara, Mecliste Müdafaa-i Hukuk Grubunu kurmaları tavsiye edilmesine rağmen bunu gerçekleştirememişler, “Felah-ı Vatan Grubunu” kurmuşlardır. Eserde bu durum; “bununla millî kuvveti kendinde toplayan ‘Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyetine’ bağlı olmadıklarını izhar ederek zaaflarını gösterdiler ve düşmanın cesaretini arttırdılar.Halbuki siyasî vaziyeti olduğu gibi görenler için bu esnada yapılabilecek yegâne doğru iş Mecliste, Müdafaai Hukukun bir grubunu tesis ile bu grubun ve Meclisin Riyasetine Mustafa Kemal’i intihap etmekten ibaretti.”[43] şeklinde değerlendirilmektedir. Mustafa Kemal Paşa, daha İstanbul’da iken ileri sürülen bütün fikirleri değerlendirmiş, hiç birinde isabet görmemiş “hakimiyeti milliyeye müstenit, bilâkaydü şart müstakil yeni bir Türk Devleti tesis etmekten gayrı Türkler için kurtulmak çaresi olmadığına karar vermiş bulunuyordu ve bunun da sözle, hak iddia etmekle, merhamet dilenmekle, siyaset diye düşmanlara müdara ve mümaşat eylemekle elde edilmeyip fiilî bir kuvvete dayanarak ‘celâdet göstermekle’ fedakârca mukavemette bulunmakla kabil olacağına da kat’î kanaati vardı.”[44]



Kitabın İstiklâl Harbi başlıklı ikinci kısmının girişinde İstiklâl Harbinin Mahiyeti üzerinde durulmuştur. “İstiklâl Harbini, yalnız askerî ve siyasî bir mücahede saymamalıdır: Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmakta olduğunu gören Türk milleti, her cihetle müstakil bir devlet ve bir içtimaî heyet kurmağa çalıştı. Mustafa Kemal’in idaresi altında, birçok cephelerden taarruz ve müdafaayı icap ettiren işte bu ceht ve gayretin mecmuu İstiklâl Harbi’ni teşkil eder.”[45] Devamla İstiklâl Harbinin gayeleri sıralanmaktadır: Türk milleti yıkılan Osmanlı Devleti’nin yerine Yeni Türk Devleti’ni kurarken, Türk vatanını yabancı işgalinden kurtarmak; “iktisadî ve adlî istiklâlsizliğini”, yeni Türk Devleti’ne sirayet ettirmemek ; “ferdî idare” sistemini kaldırmak; “dinî esas ve kanunları, yalnız fertle mabut arasındaki münasebetlere hasrederek, medenî, içtimaî ve siyasî kanunları ve müesseseleri, Türk milletinin ihtiyaçlarına ve zamanımız hukuk ve siyaset nazariyelerine göre yenileştirmek ve bu suretle yeni Türk Devlet ve cemaatini lâik prensiplere istinat ettirmek”; Halifeliği ortadan kaldırmak; Batı medeniyetinin bir üyesi olmak; Ortaçağlardan kalmış olan hurafeleri yıkmaktır.[46]



Zaferler:



Sakarya ve akabinde Başkumandanlık Meydan Muharebesi ve Zaferi yakın dönem Türk Tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır.



Sakarya Zaferi ile Yunan taarruzu kırılmıştır. “Sakarya Meydan Muharebesi, düşman istilâ ve taarruz kuvvetini tamamen kırmış ve Yunan ordusunda bir daha taarruz cesareti bırakmamıştı…Bundan sonra Yunanlılar Türk Ordusunun harekâtına tâbi olmak zaruretine düşmüşlerdi. Bu zaruret ise bilhassa bir istilâ ordusu için mağlubiyet ve felâketin başlangıcıdır.”[47]



Başkumandanlık Meydan Muharebesi ve Zaferi ise işgalcilere ve destekçilerine nihaî darbeyi vurmuştur. “Bu zaferin neticeleri yalnız Anadolu’yu Yunanlılardan temizlemekten ibaret değildir. Bu kat’î zafer, aynı zamanda İstanbul ve Boğazı ellerinde tutan İtilâf Devletlerinin, yeni Millî Türk Devleti muvacehesinde acizlerini ve hatta bir dereceye kadar mağlubiyetlerini bütün cihan önünde ispat etmiştir. Osmanlı İmparatorluğu, Cihan Harbinden mağlup çıkmış iken, Türk Milletinin kurtarıcısı Büyük Mustafa Kemal idaresinde kurduğu yeni Devlet, medenî âlem karşısına, dünyanın medenî milletlerine tamamen müsavi hak ve vazifelere malik olarak çıkıyordu.



Türk Milleti, bu kat’î zafer sayesinde, üç asırdır kaybettiği siyasî ve iktisadî istiklâlini istirdat edecek ve sağlam esaslar üzerine kurduğu yeni devleti, bütün dünyaya tanıtacaktır.”[48]



Lozan :



Lozan Barış Antlaşması, “yeni Türk Devleti’nin tam istiklâl ve hakimiyetini bütün cihana tasdik ettiren beynelmilel bir vesika ve senettir.” Lozan’da, Yeni Türk Devleti’nin doğum vesikasını, bütün devletler imzalamışlardır. Lozan’ının en önemli özelliği kapitülasyonları kaldırarak millî hakimiyet ve istiklâlin her alanda tanınmış olmasıdır.



“Mondros-Mudanya ! Sevr-Lozan ! Türk tarihinin yaşadığımız safhasında, bu dört kelime Türkler için üzerinde çok düşünülmeğe değer kelimelerdir. Mondros Mütarekesi ve Sevr Muahedesi ile Osmanlı İmparatorluğu, yok olmayı kabul etti ; Mudanya Mütarekesi ve Lozan Muahedesi ile yeni bir Türk Devleti, varlığını tanıttı.”[49]



İnkılâplar :



Atatürk’ün İnkılâpları gerçekleştirirken takip ettiği metot; Tatbikatı birtakım safhalara ayırmak ve vakayi ve hadisattan istifade ederek milletin hissiyat ve efkârını hazırlamak ve kademe kademe yürüyerek hedefe vâsıl olmağa çalışmak” şeklindedir.



“Gazinin bu birkaç cümlesi Millî Mücadele’nin zafere varan yürüyüş ve tekâmül safhalarının hazırlanmasında güdülen usulü gösterdiği kadar siyasî, içtimaî inkılâp hareketlerinin de nasıl önceden hazırlanmış bir sıra ve tertip ile yürüdüğünü ve her biri için ancak en elverişli sayılan zaman gelince tatbik sahasına geçildiğini açıkça gösterir. Türk İnkılâbının tatbikat şiarlarından biri de dertlerin kökünden sökülmesi ve atılan adımların asla ve hiçbir suretle geri alınmamasıdır.”[50]



Milliyetçilik :



Türk milliyetçiliği, “ancak millî iradeden sonra, her sahada bütün vuzuh ve şümulile hakikî mana ve delâletini bulmuş, siyasî, iktisadî, harsî bir devlet sistemi halini almıştır.”[51]



Türk milliyetçiliğine göre; Türk Milleti insanlık ailesinin şerefli bir üyesidir. Dolayısıyla bütün insanlığı sever ve millî haysiyet ve menfaatlerine saldırılmadıkça başka milletlere karşı düşmanlık beslemez. “Türk milliyetçiliği, bütün muasır milletlerle bir ahenkte yürümekle beraber, Türk içtimaî heyetinin hususî seciyesini ve başlı başına müstakil hüviyetini mahfuz tutmayı esas sayar; bu itibarla millî olmayan cereyanların memlekete girmesini ve yayılmasını istemez.”[52]



Eserde dış Türkler ile ilgili olarak da şu kısa değerlendirme yer almaktadır:



“Bizim milliyetçiliğimiz, gerek müstakil, gerek başka devletlerin tebaası halinde yaşayan bütün Türkleri hangi dinden olurlarsa olsunlar derin bir kardeşlik hissiyle candan sevmek, onların refah ve inkişafını candan dilemekle beraber kendisine siyasî iştigal hududu olarak Türkiye Cumhuriyeti hudutlarını kabul etmiştir.”[53]



Lâiklik :



Türk Tarihi’nin ilk devirlerinde, Türk Milleti din ve devlet işlerini birbirinden ayırmıştır. “Bu, büyük bir fikrî tekâmül eseri idi.” Bu dönemlerde kurulan Türk devletlerinde, herkes dininde, itikadında serbest olmuştur. [54]



Bilindiği gibi yapılan bütün inkılâpların ortak özelliklerinden bir tanesi de lâik karakterli olmalarıdır. Lâiklik, “ din ile dünya, din ile devlet işlerinin ayrılması manasını anlatan bir tabirdir.Bunu dinsizlik manasına almak çok yanlıştır.



Fırka devlet idaresinde bütün kanunların, nizamların ve usullerin, ilim ve fenlerin muasır medeniyete temin ettiği esas ve şekillere ve dünya ihtiyaçlarına göre yapılmasını ve tatbik edilmesini prensip kabul etmiştir.”[55]



3 Mart 1924 tarihi, dinin devletten ayrılmasında, Cumhuriyetin lâikleşmesinde en büyük adımın atıldığı gündür.



İç Politika :



Türkiye Cumhuriyeti’nin iç politikadaki temel amaçları; Bütün inkılâp sonuçlarını korumak, vatandaşların emniyet ve millî nizamını korumak, bu esasların temini için her zorluğu aşabilecek bir hükümet otoritesi kurmaktır.



Ancak, devletin yanında vatandaşın da vazifeleri vardır. “Bilhassa bütün inkılâp neticelerini korumak hususunda, her Türk vatandaşının vazifesi devlet ve hükûmet vazifesinden eksik değildir.”[56]



Millî birliğin kuvvetlendirilmesi Türkiye Cumhuriyeti’nin iç politikadaki temel hedeflerinden biridir. “Millî vahdet, bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ‘zümre, sınıf, aile ve fert imtiyazı aramaksızın’, aynı dil ile konuşması, aynı kültür ile yetişmesi ve aynı mefkûre için yaşaması ve çalışması demektir.”[57] Türk-Rum Nüfus Mübadelesi, millî birliğin kuvvetlenmesine yardım etmiştir.



Dış Politika :



Türkiye Cumhuriyeti’nin 1920 yılından itibaren başlayan dış politikasını iki döneme ayırmak mümkündür :



1. Lozan Antlaşmasına kadar devam eden Millî Mücadele veya İstiklâl Harbi dönemidir. “Lozan Muahedesi, Sevr Muahedesine ve onun daha ziyade ağırlaştırıldığı kapitülasyon siyasetine kat’î ve mutlak surette nihayet verir.”



2. Lozan’dan sonraki dış politikanın esas hedefi “Yurtta Sulh, Cihanda Sulhtur.”[58]



Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dış politikada göz önünde bulunduracağı özellikle iki devletten, Rusya ve Amerika’dan bahsedilmektedir.



Millî Mücadele döneminde Türkiye-Sovyet Rusya yakınlaşması ve işbirliğinin sebepleri üzerinde de durulmuştur. Bu sebeplerden bir tanesi her iki tarafın da düşmanlarının aynı olmasıdır. Dolayısıyla, “her iki memleket, coğrafî vaziyetlerinden dolayı biri ötekinin düşmanları tarafından ihatasına mâni oluyordu…”



Millî Türkiye Bolşevik ihtilâlinin kendi memleketine sirayetine müsaade edemezdi.Bolşevik Rusya dahi millî cereyanın Rusya’ya sirayetine müsait olamazdı. Tarafeynin, bu hassas meselelerde dürüst hareket etmek karar ve siyaseti, aralarında ihtilâfa mâni olmuştur.”[59]



Amerika Birleşik Devletleri’nin I. Dünya Savaşı yıllarındaki başkanı Vilson, Doğu Anadolu ve Kafkasya’da bir Ermeni devleti kurmak amacındaydı. Bölgeye gönderilen Amerikan heyeti bunun fiiliyatta mümkün olmadığını belirtmiş, bunun üzerine “Amerika’nın Yakın Şarktaki emelleri, ticarî ve harsî sahaya inhisar ettiğinden Müttehit Devletler, Türklerle sureti umumiyede iyi geçinmek siyasetini tercih ettiler.”[60]



Millî Eğitim :



Cumhuriyet millî eğitiminin genel amacı; “Türk Milletini medeniyet safında en ileri götürmek ve yeni nesilleri Türk olmak haysiyetinin istilzam ettiği bu gayeye en kısa zamanda varmayı mümkün kılacak aşk, irade ve kudretle yetiştirmektir.”[61]



Tarih :



Tarih, “her şeyden evvel, bir millete bütün fazilet ve meziyetleri, hata ve nakiseleriyle kendini tanıtarak, yarın için yol ve hedef gösteren bir mürşittir.”[62]



Türk Tarihi, Türk Milletine insanlığa büyük ufuklar açan medeniyetlerin kendi ırkı tarafından kurulduğunu anlatır. Türk Tarihi Türk Milletine, “dünyanın insan izi taşıyan her parçasında kendi ırkının zamanla silinmemiş ve silinmeyecek hakimiyet ve hars damgası basılı olduğunu, başka milletlerin tek numunesi ile öğündükleri devletlerin en büyüklerinden çok daha büyüklerini yüzlerle kurmuş, her mana ve mahiyette şan ve şeref kaynaklarından kana kana içmiş, görgülü bir soydan geldiğini anlatır.”[63]



Fakat, Türk Tarihi Türk Milletine aynı zamanda ulaştığı medenî seviyeyi kaybettiğini, taassup ve cehalet bataklığına sürüklendiğini de hatırlatır. [64]



Sonuç



Türk milleti en köklü ve zengin tarihe sahip milletlerin başında gelmesine rağmen, çeşitli sebeplerden dolayı, Atatürk’e kadar bunu gerektiği gibi öğrenme şansından mahrum kalmıştır. Atatürk, bir taraftan Türk Tarihi ve Medeniyetini ilmî metotlarla, belgelere dayalı olarak araştırıp ortaya konulması için çalışmalar başlatmış, direktifler vermiş, diğer taraftan da “Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır” diyerek tarih öğretiminin layıkıyla yapılması için faaliyete geçmiştir. Tarih öğretimi, kişiye, dolayısıyla topluma millî kimliğini kazandırır, ama aynı zamanda vatan ve insanlık sevgisini de aşılar.



Türk Tarihini, belgelere dayalı olarak tarih metodolojisinin ilkeleri çerçevesinde araştırmak, yapılan çalışmaları desteklemek, sonuçları yayınlamak gibi amaçlarla Türk Tarih Kurumu kurulmuştur. Bunun yanında ilmî metotlarla yapılan araştırmalarda ortaya çıkan sonuçları değerlendirmek, eksiklikleri tespit etmek için Tarih Kongreleri tertiplenmiştir. 2-11 Temmuz 1932 tarihlerinde toplanan Birinci Türk Tarih Kongresi’nde aynı zamanda gerek tarih araştırmalarında, gerekse tarih öğretiminde takip edilecek metot tartışılmıştır. Ayrıca, bu dönemde okullarımızda okutulmak üzere dört ciltlik Tarih Ders Kitabı yazdırılmıştır.



Gerek tarih öğretiminde uygulanacak metodun tartışıldığı Birinci Türk Tarih Kongresi’ndeki konuşmalara, gerekse dört ciltlik ders kitaplarına baktığımız zaman; Türk çocuğunun millî kimliğini tekrar kazanabilmesi, kendine güven duyması, kazanacağı millî şuur ile birlik ve beraberliğe katkı sağlaması ve medeniyet yolunda ilerlememizde rol alabilmesi kendisine verilecek tarih bilgisiyle, yani tarih öğretimi ile yakından alakası olduğunu görmekteyiz. Atatürk dönemi Türk gençleri bu şuur ile yetiştirilmiştir. Bugün de Türk Gençliği, Atatürk’ün gösterdiği yolda ilerlerken en büyük kuvvet kaynağını yine kendi tarihinde bulacaktır.







DİPNOTLAR





--------------------------------------------------------------------------------



* Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi



[1] Zeki Velidî Togan, Tarihte Usûl, 3. bas. İstanbul 1981, s. 13



[2] E. Bernheim, Tarih İlmine Giriş Tarih Metodu ve Felsefesi, Çev: Şükrü Kaya, İstanbul 1936, s. 62



[3] Togan, a.g.e, s. 18



[4] Mübahat S. Kütükoğlu, Tarih Araştırmalarında Usûl, 2. bas. İstanbul 1991, s. 4



[5] Togan, a.g.e, s. 18



[6] Enver Ziya Karal, Atatürk’ün Türk Tarih Tezi, Atatürkçülük II, Genelkurmay Başkanlığı, 5. bas. İstanbul 1998, s. 158



[7] Mehmet Saray, Atatürk ve Türk Tarihi, Türk Kültürü, Sayı:249,Yıl:XXII, (Ocak 1984), s. 4



[8] Atatürkçülük I, Yayına Haz. Genelkurmay Başkanlığı, 5. bas. İstanbul 1998, s. 358



[9] Azmi Süslü, Atatürk ve Tarih, Atatürkçü Düşünce El Kitabı, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 1998, s.145



[10] Atatürkçülük I, s. 358



[11] Atatürkçülük I, s. 358



[12] Süslü, a.g.m, s. 256



[13] Birinci Türk Tarih Kongresi, Maarif Vekaleti, s. 12



[14] Birinci Türk Tarih Kongresi, s. 13



[15] Afet Hanım (İnan), Tarihten Evvel ve Tarih Fecrinde, Birinci Türk Tarih Kongresi, s.40



[16] Reşit Galip, Türk Irk ve Medeniyet Tarihine Umumî Bir Bakış, Birinci Türk Tarih Kongresi, s.110



[17] Reşit Galip, a.g.m, s. 117



[18] Şemsettin Bey, İslâm Medeniyetinde Türklerin Mevkii, Birinci Türk Tarih Kongresi, s.289



[19] Şemsettin Bey, İslâm Medeniyetinde Türklerin Mevkii, Birinci Türk Tarih Kongresi, s. 306



[20] Sadri Maksudi Bey, Tarihin Amilleri, Şemsettin Bey, İslâm Medeniyetinde Türklerin Mevkii, Birinci Türk Tarih Kongresi, s.343



[21] Sadri Maksudi Bey, Tarihin Amilleri, Şemsettin Bey, İslâm Medeniyetinde Türklerin Mevkii, Birinci Türk Tarih Kongresi, s.364



[22] Yusuf Akçura, Tarih Yazmak ve Tarih Okutmak Usullerine Dair, Birinci Türk Tarih Kongresi, s. 578



[23] Akçura, a.g.m, s. 596



[24] Ercümend Kuran, Millî Tarih Görüşümüz, Türk Kültürü, S : 85, Yıl : VIII, Kasım 1969, s. 16



[25] Tarih I Tarihtenevvelki Zamanlar ve Eski Zamanlar, İstanbul 1931, s. 8



[26] Tarih I, s. 25



[27] Tarih II, s. 214



[28] Tarih III Yeni ve Yakın Zamanlar, 3. bas. Ankara 1941, s. 1



[29] Tarih III, s. 2



[30] Tarih III, s. 34



[31] Tarih III, s. 33



[32] Tarih III, s. 114



[33] Tarih III, s. 115



[34] Tarih III, s. 305



[35] Tarih III, s. 306



[36] Tarih IV Türkiye Cumhuriyeti, 2. bas. İstanbul 1934, s. VII-XIII



[37] Tarih IV, s.1



[38] Tarih IV, s.5



[39] Tarih IV, s. 14



[40] Tarih IV, s. 14



[41] Tarih IV, s. 34



[42] Tarih IV, s. 34



[43] Tarih IV, s. 45



[44] Tarih IV, s. 50



[45] Tarih IV, s. 56



[46] Tarih IV, s. 57



[47] Tarih IV, s. 101



[48] Tarih IV , s. 121



[49] Tarih IV, s. 131



[50] Tarih IV, s. 145



[51] Tarih IV, s. 182



[52] Tarih IV, s. 182



[53] Tarih IV, s. 183



[54] Tarih IV, s. 206



[55] Tarih IV, s. 188



[56] Tarih IV, s. 202



[57] Tarih IV, s. 202



[58] Tarih IV, s. 204



[59] Tarih IV, s. 59



[60] Tarih IV, s. 60



[61] Tarih IV, s. 266



[62] Tarih IV, s. 259



[63] Tarih IV, s. 259



[64] Tarih IV, s. 259



Selçuk Üniversitesi



Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi

ATA DERGİSİ
Sayı:11
Konya-2003
Sayfa: 57-73.

Tarihten Portreler : Ebul Feyz ELçibey

KENDİ ANLATTIKLARINDAN HAYATI

Azerbaycan'ın Ordubat bölgesinin Keleki Köyünün Halil Yurdu Yaylasında 1938 yılı Haziran ayında doğdum. Babam, Aliyev Kadirkulu Merdanoğlu Rus-Alman savaşında hayatını kaybetmiş.





Eğitim-öğrenimime Unus ilkokulunda başladım. Yedi yıl süreli ilk eğitimimin ardından Ordubat şehrinde M.T. Kutsi I nolu orta okulunda okudum. Yedi yıllık ilköğrenimimi tamamlayıncaya kadar en büyük arzum doktor olmaktı. Ona öğrenimime başladığımda Tarih ilmine ilgi duydum. Toplumu anlamak benim için çok ilgi çekici idi, Marks'ın Kapital'ini okumaya başladım. Bize yaptıkları propaganda da Kapital'i dünyanın şaheseri olarak tanıtmıştılar. O dönemler okuduğumda Kapital'i tam anlamıyla kavrayamamıştım. Öğretmenlerim ve öğrenci arkadaşlarım beni haklı olarak alaya alıyordular.





Küçük yaşlarımdan başlayarak oruç tutardım, (gizli olarak tuttuğum dönemlerde oldu ki, öğretmenler bilmesin) Bazen annemle birlikte namaz da kılıyordum.



9-10. sınıflarda iken Mir Cafer Bağırov'u savunduğum için birkaç defa öğretmenler odasına çağrılıp bu düşüncelerimden vazgeçmem istendi.





10. sınıf öğrencisi iken, Azerbaycan Devlet Üniversitesi'nde Şarkşünaslık (Doğu ilimleri) Fakültesi açılacağını öğrendim. Nizami, Hakanı, Fuzuli ve diğer şairlerimizi daha doğru anlamak amacı ile söz konusu fakülte sınavlarına hazırlandım. 1957 yılında Azerbaycan Devlet Üniversitesi'nin Şarkşünaslık Bölümüne (o yıllarda Filoloji Fakültesi'nin bünyesinde idi) Arap Filolojisi uzmanlığına girdim.





Üniversitenin II. ve III.. sınıflarında okurken tarihi-siyasi konulara daha çok ilgi duymaya başladım. Birkaç öğrenci yoldaşım ile birlikte milli siyasi konularda ateşli tanışmalara başladık. Bizde böyle bir fikir oluştu ki, halkımız köle, vatanımız ise sömürgedir.





Bu sohbetler Alim Hasayev, Malik Mahmudov, Rüstem Eminov, Mehdi Ağalarov, Rafık Ismailov, Abbas Musayev ve Zakir Memedov ile aramızda geçiyordu. Azatlık uğrunda mücadele etmeye söz verdik - elbette amatör ruhla başlayan mücahitler olarak. Ancak profesyonel mücadele yollarını da arıyorduk.





Üniversitenin V. sınıfında iken aramızda Arap dilini iyi derecede bilen Malik Mahmudov ile Malik Karayev bir yıl süre ile Irak'a pratik için gönderildiler. Onlar bir yıl sonra döndüklerinde Malik Mahmudov ile siyasi mücadelemizi devam ettirmemiz konusunda ciddi karara vardık ve bir meramname (program) hazırladık. Meramname hakkında yalnız beş kişi bilgi sahibi idi. Ben takip eden süreçte yaklaşık iki yıl (1963-64) Mısır'da tercüman olarak çalıştım. Mısır'da bulunduğum ortam, siyasiler ile ilişkilerim bana çok önemli kazanımlar sağladı. Hatta orda bîr iki kez Türkiye ve ABD Büyükelçiliklerine giderek birileri ile tanışmak istedim. Ancak çekindim. Kendimce bu karara vardım ki, ben onlarla ilişki kurar isem sorun doğar, halkıma güven sarsılır, onları yurt dışına bırakmazlar. Mısır'da bulunduğum süre içerisinde yabancı siyaset adamları (belki de istihbaratçılarla) hiçbir temasımın olmamasına çalıştım.





Mısır'da bu ülkenin devlet adamları ile ilişkilerim oldukça seviyeli idi. Gerek Sovyetler gerek Mısır'ın siyaset adamları beni doğrulurı konuşan bir insan olarak görüyordular. Onlar birbirlerini aldattıklarında yanlışlıklarını anlatıyordum, bana bakıp gülüşüyordular. Ben söz konusu olduğunda Nasır' ı da Kruşçev'i de eleştiriyordum. Siyaset dünyasında böylesine hareket istihza yaratıyordu.





Bir gün Luksor şehrinde Sovyet uzmanlarından bir grup ile Devlet Başkanları Kruşçev'i. Nasır'ı, Irak Devlet Başkanı Arifi, Azerbaycan Bakanlar Kurulu'nun başkanı Alîhanov'u, Cezayir Devlet Başkanı Ahmet Bin Bella'yı ve diğerlerini karşılıyorduk. Herkes konuklarla tokalaşıyordu, ben yalnız iki kişi ile, Ahmet Bin Bella ve büyük sanatkarımız Reşit Behbudov ile görüştüm, diğerleri geldiğinde elimi cebime koydum. (Şimdi bu hareketim kendime de garip geliyor) Bu davranışımdan dolayı bir soruşturmada geçirdim.





Benim kendi dünyam vardı.Herhalde iş arkadaşlarım beni delikanlı tercüman olarak görüyordular. Soruşturma döneminde Özellikle de Kruşçev'in Kıbrıs sorunu ile ilgili görüşlerinden dolayı bir İki aşağılayıcı söz de sarf etmiştim. Baku 'ye döndüğümde DTK (Devlet Güvenlik Komitesi KGB) Kruşçev ile ilgili sözlerimden ötürü beni cezalandırdı.





Mısır'dan döndükten sonra Ben, Malik Mahmudov. Alim Hasayev ve Rafik Ismailov birkaç kez görüşüp dörtlü bir grup oluşturduk. Her birimiz 3 kişi seçmeli, bu üçlü gruplardan her bîri 5 kişiyi gruba celb etmeliydi. Bir süre geçtiyse de teşkilatı istediğimiz ölçüde kuramıyorduk (Tecrübesizliğimizin yanısıra DTK bizi sürekli izliyordu)

İstediğimiz teşkilatı oluşturamayınca, her birimiz ferdi çalışmaya, daha çok propaganda faaliyetine başladık.

Ben bütün gücüm ile üniversite ve doktora öğrencileri arasında milli şuurun canlanması yönünde propaganda yapıyordum. Hiç kimseye hesap vermediğim gibi bazı konuları yakın dostlarımdan da gizliyordum. Üçlü, beşli, yedili ve dokuzlu olmak üzere gruplar oluşturuyordum. Her grup ile de yalnızca kendim meşgul oluyordum, Bu süreç uzun bir süre ve güç İstiyordu.





1969 yılında Tolunoğulları Devleti (IX. yüzyıl) adlı doktora tezimi yazdım.





1971-74 yıllarında üniversitede artık öğrenci hareketleri görülmeye başlandı. Amacım geleceğe hazırlamaktı. DTK , bir teşkilatın faaliyet gösterdiğini biliyor, ancak bütün çabalarına rağmen ortaya çıkaramıyordu. (Artık sır değil: l keresinde üniversitede hocam Aliövset Abdullayev bana DTK'da benim gizli örgüt ve programım olduğu konusunda düşünceler olduğunu bildirdi. Ben, O'nu bunun doğru olmadığına inandırdım, ancak kendim yalan konuşmuştum. (Şimdi hocamdan özür diliyorum)





Ancak DTK bütün dikkati ile beni izliyordu. Ocak I975'de beni tutukladılar. DTK benim yanıma birkaç hoca ve öğrenci yerleştirebilmişti. Ben onları duymuştum. Ancak onları aldatıyordum. (Kim kimi?)

Benim hiçbir hoca veya öğrenciye (hatta DTK ajanlarına) nefretim doğmuyordu. Bazen hatta DTK çalışanlarını bile günahkar görmüyordum. Bir tek düşmanım vardı. Sovyet İmparatorluğu. Diğerleri onun zavallı hizmetlileri idi. Bu zavallı generallere ve polislere de acıyordum.





Benim işim zalim imparatorluğa karşı mücadele idi. Hainlere, satılmışlara tarih kendisi ceza verecekti, verdide.

Ocak 1975 Temmuz 1976 arasında hapis yattım. Aralık 1976'dan itibaren Azerbaycan ilimler Akademisi Salman Mümtaz Elyazmalar Enstitüsün 'de çalıştım.



Ebülfez ELÇlBEY mahkumiyetinden sonra göreve başladığı El Yazmaları Enstitüsü'nde de halkını azadlık uğruna örgütleme çalışmalarını aralıksız devam ettirdi. 1988 yılında başlayan ermeni saldırı ve provokasyonlarına karşı ilk direniş hareketini; Kasım 1988'de "Meydan Mitingleri'ni düzenledi.





16 Haziran 1989'da Azerbaycan Halk Cephesi'ni resmen kurarak başkanı seçildi. Kızılordu'nun 20 Ocak 1990'da Bakü'de hayata geçirdiği katliama kadar çalışmalarını sürdürdü. Katliamın ardından dağılma sürecine giren Sovyetler Birliği ve Azerbaycan'da siyasi istikrar tamamen sarsıldı.





ELÇlBEY önderliğindeki Azerbaycan Halk Cephesi, Azerbaycan Türklerinin bağımsızlık taleplerini açıkça dile getirdiler. Üç renkli ay-yıldızlı bayrak Parlamento binasına asıldı. Aralıksız sürdürülen çalışmalar sonucu Azerbaycan Cumhuriyeti 18 Ekim 1991'de bağımsızlığını ilan etti.





ELÇİBEY, Parlamentonun aldığı karar gereği 7 Haziran 1992'de yapılan ilk demokratik seçimler sonucu Azerbaycan Cumhuriyeti'nin Devlet Başkanı seçildi.





Göreve başladığı ilk günden itibaren ülkede insan hakları ve hukukun üstünlüğüne saygılı demokratik devlet yapısını oluşturmaya çalıştı.





Rus ordularını Azerbaycan Cumhuriyeti'nden çıkardı. Devletin resmi dilinin Türkçe olduğunu ilan etti. Latin alfabesini uygulamaya koydu.





Ermeni saldırı ve işgallerine Azerbaycan Halk Cephesi taraftarlarından oluşan gönüllü birliklerle karşı koydu. Ancak 4 Haziran 1993'de maruz kaldığı darbe sonucu Bakü'den ayrılarak Nahçıvan'ın Keleki köyüne gitti.





4 yıl süreyle kaldığı Keleki'den 31 Ekim 1997'de Bakü'ye dönerek 1995 yılında partiye dönüştürülen Azerbaycan Halk Cephesi Partisi'nin Genel Başkanı olarak siyasi çalışmalarını devam ettirdi. Bu süreçte kurduğu ve başkanı olduğu Bütöv Azerbaycan Birliği adlı teşkilatla da büyük ideallerini hayata geçirme çalışmalarını yürüttü.





Ebülfez ELÇlBEY uzun süre devam eden rahatsızlığının şiddetlenmesi üzerine tedavi görmek amacıyla 7 Temmuz 2000'de geldiği Türkiye'de 22 Ağustos 2000 Salı günü vefat etti



"Ömrümün en hoş günlerinden biri 16 Haziran 1989'da Azerbaycan Halk Cephesi'nin kurulması ve Cephe başkanı seçilmemdir.











En ağır sarsıntılarım 20-23 Ocak 1990 katliamı, Taşaltı olayları, Hocalı katliamı, Susa ve Laçın'da yaşadığımız ihanetlerdir.





En çok etkilendiğim, dostlarımı kaybetmektir. (Bütün anlamlarda)





Sevgim - Millete!

Vurgunluğum - Azadlığa ve adalete!

itaatim - Hocalarıma!

Borcum - Dostlarıma ve meslektaşlarıma!

Nefretim - Yalancılara ve iki yüzlülere!"